Gazze’de Ateşkese Yeniden Bakmak: Büyük Resimde Sırada Ne Var?

7 Ekim 2023’teki saldırıların ardından İsrail’in topyekûn saldırıyla giriştiği katliam, Gazze’yi büyük bir enkaza dönüştürdü. Yaklaşık 70 bin kişinin öldürüldüğü ve 170 bin kişinin yaralanıp sakat kaldığı bu iki yıllık aralıksız katliamın ardından, Eylül ayı sonunda BM toplantıları vesilesiyle ABD’de bulunan Ortadoğu ülkeleri liderleriyle ABD Başkanı Trump arasındaki görüşmeler ve bilahare Trump-Netanyahu görüşmesinin sonucunda, 10 Ekim’de bir ateşkese varıldığı açıklandı. Ateşkesin 50 günü geride kalırken, sahadaki duruma yeniden bakmak, Gazze’nin ve Filistin’in geleceği açısından da yol gösterici olacak.

Ateşkesin temel unsurları

10 Ekim’deki ateşkes bir barış anlaşması değil, uluslararası toplumun ve başta ABD olmak üzere büyük güçlerin de zorlamasıyla ortaya çıkan bir çatışmasızlık hali. Dolayısıyla daha önceki ateşkesler gibi bu seferki çatışmasızlık halinin sürdürülebilirliği de sahadaki güç dengelerine bağlı olacak.

Ateşkesin birinci aşaması temelde dört somut unsura dayanıyor: Öncelikle rehinelerin karşılıklı olarak serbest bırakılması maddesi var ki bu madde büyük oranda uygulandı. İsrail’in serbest bıraktığı yaklaşık 2000 Filistinli rehinenin yanında, 150 kadar cenaze de Filistin tarafına teslim edildi. Hamas da elindeki cenazeleri teslim etti ve bu ilk unsur yerine getirildi. İkinci unsur askerî faaliyetlerin durdurulması ve geri çekilme; ancak ateşkesin imzalanmasından beri devam edegelen saldırı ve operasyonlar bu ikinci unsuru uygulanabilir olmaktan çıkarıyor ve İsrail lehine oluşan güç asimetrisinden dolayı durumu daha tehlikeli hale getiriyor.

Üçüncü unsur, Gazze’de iki yıldır her gün aralıksız devam eden saldırılar nedeniyle tamamen yok olan altyapının onarımı, yardım kamyonlarının Gazze’ye girişi ve yardımların serbest dağıtımı. Dördüncü bir unsur ise Gazze’de yaşadıkları yerlerden zorla çıkarılıp bölgenin güneyine sürülen Filistinlilerin yeniden evlerine dönüşlerinin sağlanması ve bilhassa kuzeydeki yerleşimlerde mukim insanların evlerine kavuşması.

Ancak diğer tüm ateşkeslerde olduğu gibi, Gazze’deki Filistin tarafı ile İsrail arasındaki güç asimetrisinden dolayı, ateşkesin bozulması halinde taraflara nasıl bir müeyyide uygulanacağı hususuna metinlerde yer verilmiyor. Bu da İsrail’e, geçmişte yapılana benzer şekilde, ciddiyetsiz bahanelerle ateşkesi bozma lüksü veriyor. Nitekim bugünlerde sadece Gazze’de değil, Lübnan’da yapılan ateşkesi de İsrail büyük bir keyfilikle bozmakta ve günlük hayatın akışını tehdit etmekte bir beis görmüyor.

Ateşkesin kırılganlıkları ve temel sorunlar

Varılan ateşkes iki tarafın da beklentilerini ve Gazze’ye dair perspektifini karşılamaktan uzak, bu yönüyle savaşa –daha doğrusu tek taraflı savaş ve katliama- geçici ve zorunlu bir ara verildiğini söylemek çok da yanlış olmayacak.

Bu açıdan öncelikle İsrail’in Hamas’ı yok etme ve Gazze’yi de Batı Şeria gibi, kendisi açısından “dikensiz gül bahçesine” çevirme hedefi, makro politik çerçevede en önemli anlaşmazlık unsuru olarak duruyor. Geçmişi daha önceki yıllara dayansa da 1980’lerin ikinci yarısında, İntifada zamanında ortaya çıkan, 2006 seçimlerini tüm Filistin ölçeğinde kazanan ve Gazze’deki en önemli politik parti ve silahlı gruba sahip olan Hamas’ın tamamen yok edilmesi hedefi, gerçekçi olmadığı gibi Gazze’de ilave gerginliklere de sebep olabilecek ve işgali kalıcı hale getirebilecek tehlikeli bir dinamik. İsrail açısından ateşkesler, askerî operasyonlara devam etme ve Hamas’ı tamamen silahsızlandırma yolunda, sadece rehineler ve cenazeleri için geçici bir mola işlevi görüyor ki bu bile tek başına ateşkesi kırılgan yapan en temel unsurların başında geliyor.

Hamas açısından da benzer bir tablo sözkonusu; zira Filistin davasının meşru temsilcisi olarak kendini konumlandıran, bu amaçla siyasi ve askerî varlığını korumaya odaklanan ve İsrail’in Gazze etrafındaki ablukasına son vermeyi hedefleyen Hamas’ın öncelikleri İsrail’den tamamen farklı. Kalıcı bir ateşkes olmasını savunan Hamas, rehineleri de bu ateşkesi sağlamak ve ablukayı kırmak için kullanmaya dayalı bir strateji izliyor ki 7 Ekim’in arkasında da temelde bu saikler rol oynamıştı Hamas açısından.

Gazze’yi önümüzdeki dönemde hangi yapının ve ne şartlarda yöneteceği de ateşkesin kırılgan unsurları arasında. İsrail bölgede Hamas’ın (ve İslamî Cihad’ın) olmayacağı şartlar için ABD ile anlaşsa da Gazze’yi doğrudan işgal etmeyi bu aşamada her açıdan maliyetli bulduğu için bu ağır yükün altına girmek istemiyor. Bu nedenle ya Batı Şeria’da Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin Ulusal Yönetimi’nin Gazze’yi de kontrol etmesini veya Trump’ın 21 maddelik planında öngörülen uluslararası bir “ceo’lar platformunun” bu işi üstlenmesini istiyor.

Ancak Gazze’de 2006-07 ayrışmasında el-Fetih’le Hamas arasına kan girmesi, her iki taraftan hayatını kaybedenlerin olduğu iç çatışma süreci ve Abbas’a duyulan tepkiler, bu alternatifi zayıflatıyor. Tony Blair gibi Irak İşgali yıllarından beri Ortadoğu’da nefret figürüne dönüşmüş isimlerin bu işe ne kadar gönüllü olacakları ve Gazze’de nasıl karşılanacakları da keza büyük bir soru işareti.

Ateşkesin 50 günlük karnesi

Geline aşamada ateşkesin ilk aşaması hayata geçirildiyse de ağır aksak işleyen bu ilk süreç, ateşkes müzakerelerinde öngörülen ikinci aşamaya geçilebilmesi için uygun ve teşvik edici bir arka plan sunmaktan uzak. Zira 10 Ekim’den beri aradan geçen 50 gün içerisinde kaydedilen şu ihlallerin tamamı İsrail tarafından geldi ve ateşkesi bozan tarafı net olarak ortaya koymaya kâfi: 393 saldırı, 11 sivillere ateş açma vakası, sarı hattın ötesinde 17 operasyon, 174 hava/topçu bombardımanı, 85 mülk yıkımı… Toplamda 500 defadan fazla ihlal vakası rapor edilmiş ki bu da her gün ortalama 11 adet ayrı ihlal anlamına geliyor.

Aradan geçen süreçte Gazze’deki altyapının onarılması ve enkazların kaldırılması alanında yeterli adımlar atılmadığı gibi, zaten oldukça ilkel şartlarda yaşayan ve evlerinden edilmiş insanların barınmaya çalıştığı kamplarda da kışa girerken son derece tehlikeli şartlar sözkonusu. Yardım kamyonlarının girişine, anlaşmada kabul edilen ölçüde dahi izin verilmeyen Gazze’deki duruma ilişkin son olarak, BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (UNOCHA) Sözcüsü Jens Laerke, ateşkes anlaşmasına rağmen İsrail’in engellemeleri nedeniyle Gazze’ye yeterli insani yardımın ulaşmadığını açıkladı. Ateşkes metninde her gün 600 yardım kamyonunun Gazze’ye girişi öngörülmüştü ama bu sayıya tek bir gün dahi ulaşılamadı ve sadece 150 civarında kamyona izin verildi.

Bu da Filistinlilerin direncinin kırılmaya çalışıldığı bir ortamda yetersiz beslenme, ilave sağlık sorunları ve 2 milyondan fazla insan için şartların her gün daha da ağırlaşması anlamına geliyor.

Filistin’de bundan sonra ne beklenmeli?

Hamas’ın 7 Ekim saldırıları ve ardından İsrail’in giriştiği iki yıllık katliamın ardından ortaya çıkan şartları birlikte değerlendirdiğimizde Gazze ve Filistin’in geleceği açısından şu hususlar ön plana çıkıyor:

-1948’den uzaklaşılan her yıl, ülkesi ve bütünleşik demografisiyle bağımsız bir Filistin devletinin imkânı günden güne azalıyor. Gazze’de abluka sürdükçe ve Filistin’in geriye kalan diğer toprakları Doğu Kudüs ve Batı Şeria ile bağlantısı bu şekilde kopuk kalmaya devam ettikçe ülkesel bütünlük de bağımsız Filistin de bir hayal olarak kalacak.

-İsrail’in nihai hedefi Gazze ve Batı Şeria’yı işgal ederek ilhak edip kendi topraklarına katmak değil. İsrail’in hâlihazırda 2 milyondan fazla nüfusa erişen bir Arap azınlığı var ve bu da nüfusun %20’sine tekabül ediyor. Doğum hızları projeksiyonunu da düşününce, Gazze ve Batı Şeria’daki toplam 5 milyona ulaşan Filistinli nüfusu da ilhak edince Arap azınlık İsrail nüfusunun yarısına erişecek ki bunun “Yahudi Devleti” perspektifi açısından yaratacağı demografik sorunlar ve içeride muhtemel güvenlik problemleri göze alınabilir riskler değil Tel Aviv açısından. Dolayısıyla bu apartheid rejimi ve bıktırıcı abluka ve işgalin, İsrail iç siyasetindeki radikalleşmeyle birlikte artarak sürmesi olası.

-Bu açıdan Filistinlilerin; karasal devamlılık ilkesine uygun bir ülkesi, bütünleşik bir nüfusu, işleyen kurumları ve uluslararası tanınmış sınırları dâhilinde kendi devletleri olmadıkça, hem İsrail’in tahakkümcü ve mütekebbir tavrının hem de bunun içeride oluşturacağı tepkisellik ve silahlı direnişin sürmesi şaşırtıcı olmayacak. Bu konuda öncelikli görev uluslararası topluma düşüyor ama Arap ülkeleri başta olmak üzere, küresel siyaset ajandasında böyle bir gündem maddesi yok.

-İsrail saldırganlığı ve apartheid rejimi devam ettikçe, Filistinliler arasında silahlı direniş daha da güç kazanacak ve “kaybedecek bir şeyi olmamak” hissi toplumun daha geniş kesimlerine nüfuz edecek. Bu da yok edilmek istenen Hamas gibi silahlı yapıların daha da güç kazanacağı bir şiddet iklimi anlamına geliyor, yani günün sonunda boyun eğdirme politikası şiddeti daha da besleyen bir zemin yaratacak ki bu zeminde yeni 7 Ekim’lerin yaşanması sürpriz olmayacak.

-Hamas’ın Gazze’deki nüfus üzerindeki kontrolü yeni bir durum değil, önce İntifada ardından işgal ve abluka şartlarının yarattığı bir sonuç. Dolayısıyla ateşkesin dahi uygulanamadığı, yardım kamyonlarını dahi “Hamas’a yaramasın” düşüncesiyle Gazze’ye girişine izin verilmediği bir ortamda bunun Hamas ve İslamî Cihad gibi silahlı yapıları ortada kaldıracağı beklentisi gerçekçi değil. İsrail’deki politik liderliğin Gazze’deki sosyolojiyi yeterince iyi anlayamadığı ve bunun da ilave şiddet potansiyeli yarattığı açık.

-Filistin meselesi çözülmedikçe ve bir bağımsız Filistin Devleti kurulmadıkça, ne işgal ve abluka rejimi sona erebilecek ne de bu sorun üzerinden Ortadoğu’daki istikrarsızlık sarmalı bitecek. Arapların bir kısmıyla yapılan anlamalar da İsrail açısından kendi güvenliğini dahi temin edebileceği bir vasat yaratmayacak, kendisine düşmanlık güden halklar arasında yarattığı “öteki” imajını daha da güçlendirecek ve süratle nefret objesine dönüşecek.

Şiddet sadece daha fazla şiddeti doğuracak ve elinde nükleer silahlar bulunan bir ülke geriye dönüp baktığında, sadece daha fazla düşmanlık ve nefret ürettiğini, nükleer silahların bile kendi güvenliğini temin etmeye yaramadığını görecek.

Mehmet Akif Koç
Mehmet Akif Koç
ODTÜ İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını "Uluslararası Güvenlik" sahasında, doktorasını Orta Doğu Çalışmaları alanında tamamladı. Orta Doğu tarihi ve jeopolitiği, Türkiye-İran ilişkileri, Orta Doğu’nun uluslararası ekonomi-politiği konularında çalışmalarını sürdüren Koç, çeşitli haber ve analiz platformlarında uluslararası siyaset, dış politika ve strateji üzerine makale ve raporlar yayınlıyor, Modern Ortadoğu Tarihi seminerleri veriyor. Matbuat Yayın Grubu markasıyla sürdürdüğü kültür yayıncılığı faaliyetlerinin yanısıra, Farsça ve İngilizceden 30'un üzerinde eseri Türkçeye kazandırdı. Yayınlanmış eserleri; -Rekabetten Geleceğe: Türkiye-İran İlişkilerinin Güvenlik Boyutu (2012) -Hey You! – Irak’taki Amerikan Hapishanelerinden Hatıralar (Said Ebutalib - Farsçadan tercüme) (2018) -Mecazi Pencereler – Modern İran Edebiyatından Barış Şiirleri Antolojisi (2019) -Sesi Görebilmek – Modern İran Şiiri Antolojisi (2019) -Yeniden Merhaba Diyeceğim – Modern İran Edebiyatından Kadın Şairler Antolojisi (2019) -Hacı Ağa – (Sadık Hidayet – Farsçadan tercüme) (2020) -Samed Behrengi Öyküleri (Farsçadan tercüme) (2020)

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

İsrail Siyasetinin Yükselen İki Aşırı Sağ İkonu: Ben-Gvir ve...

-“Gazze’ye atom bombası atılmalı”  -“Gazze’deki çocuklara neden ateş edilmesin?”  -“(Cezaevindeki Filistinli esirler) Onların elinden her şeyi aldık, tek şey kaldı,...

Oğuz Kağan Peygamber Miydi? Peki Ya Dede Korkut?

Sosyal medyanın ve malumat kaynaklarının yaygınlaşmasıyla daha görünür ve tartışmalı hale gelen, alışılageldik dinî öğretileri meydan okuyucu bir...

Yevgeni Primakov ve “Rusların Gözünden Ortadoğu”: İdeolojiden Pragmatizme

Soğuk Savaş döneminde Moskova’nın Ortadoğu politikası temelde iki aks üzerinden belirlenip icra edilmekteydi: Batı emperyalizmine karşı bir cephe...

Yevgeni Primakov ve Sovyetlerden Rusya’ya Kremlin’in Ortadoğu Siyaseti

Rus dış politikası üzerine önemli uzmanlardan biri olan Dmitri Trenin, 2010 yılı sonunda başlayan Arap Ayaklanmaları sürecinde Kremlin’in...

Auschwitz, Yahudiler, Müslümanlar ve “Düşman” Olmak

Samî ırkından gelen iki akraba topluluk ve iki semavi dinin temsilcisi olarak Yahudilerle Müslüman Araplar arasında, bilhassa 20....

Türk Akademisindeki En “Cins” Kafalardan Biri: Sencer Divitçioğlu

Genel itibariyle birbirini biteviye tekrar etmenin ötesine gitmeyen akademik camiamızda, farklı bir şeyler söyleyen, rutin çalışmaların ötesine geçip...

Çin, Doğu Türkistan Meselesi ve Uygurlar II – Sahadaki...

Doğu Türkistan ve Uygurlar meselesiyle ilgili olarak, bir önceki yazıda (https://ekopolitik.org.tr/cin-dogu-turkistan-meselesi-ve-uygurlar-i-isin-dogrusu-ne-mehmet-akif-koc-ekopolitik/) bölgesel ve küresel dengelere değinmiş, Çin’in bölgeye...

Çin, Doğu Türkistan Meselesi ve Uygurlar I – İşin...

Türkiye’nin resmî dış politik gündeminde değilse de kamuoyunun kendi gündeminde son on yıldır en tepede olan dış meselelerin...

ABD-İsrail’in Gazze Ültimatomu: Filistin’in Geleceğinde Ne Var?

ABD Başkanı Trump, Gazze’deki katliamın gölgesinde son günlerde iki kritik görüşme yaptı. İlkinde, 23 Eylül’de BM Genel Kurulu...

BM’nin yolculuğu: İmparatorluktan Barış İdealine ve Nihayet Hükümsüz Kalmaya

ABD Başkanı Donald Trump, 23 Eylül 2025 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, o alışıldık tavırları...

Birinci Dünya Savaşı’nı Almanlar mı Başlattı? Durkheim’ın Penceresinden Bir...

Modern dönem tarihinin ilk küresel savaşı olarak nitelendirilebilecek Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkarak içinde bulunduğumuz Ortadoğu...

“Onbaşının Karısı” ya da İran’a İngiliz Gözlüğüyle Bakmak

Gerald Seymour (1941), Soğuk Savaş döneminde, 1960’larda gazetecilikle başlayan kariyerinde, zaman içinde önemli bir polisiye gerilim ve casusluk...

“Lozan Hezimet Mi Zafer Mi?” Tartışmalarına Alternatif Bir Bakış

Türkiye’de özellikle son yıllarda, toplumdaki mevcut politik ve kimlik temelli tartışmalara eklemlenen ilginç bir amatör tarihçilik konusu dikkat...

Filistin Meselesi’nin En Kritik Dönemi: 1948’de Kudüs’te Ne Oldu?

İngiltere II. Dünya Savaşı’ndan galipler safında çıkmışsa da, 1,5 asırdan fazla bir süredir elinde tuttuğu küresel süpergüç statüsünü...

Hakikat arayışçısı bir Iraklı-Yahudi entelektüel: Avi Shlaim ve Üç...

Tüm Arap dünyasının yetiştirdiği en değerli aydın ve entelektüellerden Erward Said, modern klasikler arasına giren kült eseri Entelektüel...

Enver Paşa’nın Moskova Günleri: ABD’li Bir Gazetecinin Tanıklığı

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın mütegallibesi arasındaki paylaşım sofrasında “ana yemek” olduğu Büyük Savaş mağlubiyetle sonuçlanınca, İttihatçıların, uçsuz bucaksız hayalleri...

Sultan Galiyev: 1917 Bolşevik Devrimi’nin Türk İkonu

1917 Bolşevik Devrimi, şüphesiz tarihin en büyük devrimleri arasında; hatta 1789 Fransız Devrimi’nin ardından en fazla sınır aşan...

“Tanrı’nın Kuraltanımaz Kulları”: Göz önünde ama görünmez dervişler

Tasavvuf, günümüzde çoğunlukla yanlış anlaşılan ve hemen herkesin kendi meşrebine göre kimi zaman hayranlıkla kim zaman kuşkuyla andığı,...

Gazâlî üzerine… Gölgede kalanlar, Türkler, Farslar, İran ve Horasan

Bugünlerde elimde oldukça ilgi çekici iki önemli kitap var. İlki Batı’daki kayda değer İslam düşüncesi uzmanlarından Prof. Eric...

Orta Doğu’ya Hızlı Bir Bakış: 2025 Nisan’dan Sonra ne...

Orta Doğu’daki dengeleri, çatışma ve savaş dinamikleri ekseninde ele alacağım bu yazıda, Filistin, İran, Suriye gibi halihazırdaki ihtilaflı...

Orta Çağ’a Follett’ın Gözünden Bakmak: Bir Katedralin Öyküsü

Uluslararası çok satan romanların müellifi, Galli gazeteci ve yazar Ken Follett (1949), casusluk ve gerilim romanlarının yanında asıl...