Daniel Defoe’nun klasik romanı Robinson Crusoe, çoğu kişi için bir hayatta kalma hikayesidir. Ama biraz dikkatli okuyanlar, bu romanda aslında güç ilişkilerinin alt metinde olduğunu bilirler. Robinson, adaya düşen Batılı; Cuma ise yerli, eğitilen ve sonra sadık bir yardımcıya dönüşen figürdür. Ancak romanın satır aralarında önemli bir detay var: Robinson, Cuma’ya medeniyet öğretmek için emekleri karşılığında maddi kaynak ayırır. Ona yiyecek, kıyafet, eğitim, hatta din verir. Yani bir tür “medenileştirme yatırımı” yapar. Ama zamanla, Cuma sadece kurtarılmakla kalmaz — güçlenir. Robinson ise bu güçlenmeye karşı stratejik bir hazırlık yapmadığı için, kurduğu düzenin gölgesinde kalır.
Amerika’nın Çin’e “Cuma” Muamelesi
Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD, Çin’e benzer bir medeniyet aktarımı yaptı. Ekonomik sistemini açtı, teknoloji transferine onay verdi, ucuz iş gücünü kullanarak şirketlerini zenginleştirdi. Bu süreçte milyarlarca dolarlık yatırım ve bilgi akışıyla Çin, ABD’nin eliyle eğitildi. Yani Robinson’un Cuma’ya yaptığı gibi, ABD de Çin’e sistemin kodlarını öğretti — ve para harcadı. Çin’de ticaret açığından elde ettiği dolarları Amerikan tahvillerine yatırdı. Bu da ABD’nin işine geldi, faizler düşük tutuldu, krizler atlatıldı.
Ancak güçlenen Çin, Cuma gibi pasif kalmadı. iPhone üretirken örneğin Huawei çıkardı, ABD’nin siparişini karşılarken başkalarının da siparişlerini karşılar hale geldi. Yani kendi düzenini kurdu.
Geciken Stratejik Farkındalık
Robinson, Cuma’nın geliştiğini fark ettiğinde çok geçti. Tıpkı Osmanlı’nın 16. yüzyılda yaptığı gibi. Kanuni Sultan Süleyman, coğrafi keşiflerin değiştirdiği ticaret rotalarını vergilendirmek ya da dengelemek yerine, 1535’te Fransa’ya kapitülasyon verdi. Bu, Batı’ya Osmanlı topraklarında vergi muafiyetinden yargı dokunulmazlığına kadar birçok ayrıcalık sundu. Sonuç olarak kısa vadede diplomatik kazanç, uzun vadede ekonomik bağımlılık ve zayıflama getirdi.
Bugün ABD’nin Çin’e verdiği teknoloji transferleri, ortak üretim imtiyazları ve veri erişim fırsatları, 21. yüzyılın dijital kapitülasyonları gibi işliyor. Ama fark şu: Cuma bir kişi, Çin bir uygarlık.
Tarif Savaşları: Modern Kapitülasyonların İptali mi?
Trump döneminde ABD, Huawei’yi kara listeye aldı. Çin’e çip ihracatı sınırladı. Biden yönetimi ise bu eksen kaymasına karşı, yarı iletken üretimini yeniden inşa etmek için milyarlarca dolarlık teşvik paketleri açıkladı. Tüm bu çabalar, aslında Robinson’un geç gelen savunma refleksi — ama bu refleks, sadece hükümetlerin değil, bizzat Amerikan devlet aklının stratejisi.
Artık mesele sadece çip değil; yapay zeka, elektrikli araçlar ve kuantum bilgisayarlar da bu yeni teknolojik kapışmanın sahnesinde.
Ve şimdi, ikinci Trump dönemi yaklaşırken tarif savaşları yeniden başlıyor.
Peki ya soru şu: Bu uyanış zamanında mı geldi? Yoksa Cuma, çoktan kendi adasını kurdu da, Robinson hala eski haritasına mı bakıyor?
Bir imparatorluk, kendi kurduğu sistemde yeni güçlerin serpilmesine göz yumarken onları dengeleyecek bir strateji geliştiremiyorsa, sonunda o düzenin mahkumu haline gelir.
Cuma artık yardım istemiyor, ortaklık talep ediyor — ve yer yer yön vermeye başlıyor. Robinson’un en büyük yanılgısı da burada yatıyordu: Birine yatırım yaparsan onu sadece büyütmezsin, özgürleştirirsin. Özgürleşen güç ise kontrol edilmek değil, söz hakkı ister. Paylaşım ister.
Bugün gelinen noktada ülkeler, bu iki kutup arasında paylaşılma telaşında. ABD, yılların düşmanı Rusya ve İran’a bile ‘bizimle ol’ baskısı yaparken; Avrupa bir Amerika’ya, bir Çin’e sinyal gönderiyor. Çin ise çevresindeki ülkeleri ya yanına çekiyor ya da bizzat yanlarına gidiyor.
Dünyada bir nevi safların yeniden sıklaştığı, büyük satranç tahtasında piyonların değil vezirlerin hamle yaptığı bir döneme giriyoruz.
Cuma’nın gölgesinde yaşamamak, Robinson’un geç kalan hatasını tekrarlamamak için ABD adeta can havliyle sıçradı. Ama soru şu: Bu sıçrayış doğru zamanlamayla mı, yoksa doğru adımlarla mı yapıldı?
Tarih tekerrürden ibaretse, bu Amerika için yabancı bir refleks değil; zamanında da İngiltere’den böyle kopmuşlardı!