Avi Shlaim’in Perspektifinden İsrail–Filistin Çatışmasına Tarihsel Bir Bakış

Ekopolitik’in “Dünyaya Yön Verenler” başlıklı programında konuk edilen ünlü tarihçi ve uluslararası ilişkiler profesörü Avi Shlaim, İsrail–Filistin çatışmasının tarihsel kökenlerini ve günümüzdeki yansımalarını ele alırken dinleyicilere, sorunun yalnızca bir toprak meselesi değil; hafızalar, kimlikler ve güç ilişkileri üzerine kurulu karmaşık bir süreç olduğunu hatırlattı.

Bağdat’ta 1945 yılında doğan, eğitimini Cambridge Jesus College ve London School of Economics’te tamamlayan Shlaim, uzun yıllardır Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’da uluslararası ilişkiler profesörlüğü yapmaktadır. 2006 yılında British Academy üyeliğine seçilen Shlaim, özellikle “Filistin’i Bölüşmek” ve “Filistin Uğruna: 1948’in Tarihini Yeniden Yazmak” gibi eserleriyle tanınır. Onun çalışmaları, geleneksel Siyonist tarih yazımını sorgulayan ve alternatif, arşiv temelli bir anlatı sunan “Yeni Tarihçiler” akımının en önemli temsilcilerindendir. Avi Shlaim’in akademik etkisini anlamak, onun yer aldığı “Yeni Tarihçiler” akımını tanımayı gerektirir.

1980’lerde İsrail devlet arşivlerinin 30 yıllık kural uyarınca açılması, tarihçilerin 1948 Arap–İsrail Savaşı ve İsrail devletinin kuruluş süreçlerini yeniden incelemesine imkân sağladı. Bu dönemde Shlaim ile birlikte Benny Morris, Ilan Pappé ve Tom Segev gibi isimler, yıllarca ders kitaplarında yer alan resmi anlatıyı sorgulayan çalışmalar yayımlamaya başladılar. Bu yeni araştırmalar, İsrail’in kuruluşunda Arap ülkelerinin “toplu ve irrasyonel bir saldırganlık” içinde olduğu yönündeki klasik söylemin gerçeği yansıtmadığını, hatta çoğu durumda İsrail tarafının stratejik hesaplarının belirleyici olduğunu ortaya koyuyordu.

Shlaim’in katkısı özellikle diplomatik tarih alanında belirgindi. O, arşiv belgelerini titizlikle inceleyerek İsrail’in Arap komşularıyla ilişkilerinde nasıl bir güvenlik stratejisi izlediğini, hangi anlaşma fırsatlarının bilerek heba edildiğini ve barış girişimlerinin neden başarısız olduğunu mercek altına aldı. “Demir Duvar: İsrail ve Arap Dünyası” adlı eseri, bu anlamda hem akademik hem politik alanda geniş yankı uyandırmıştır. Shlaim’e göre İsrail liderliği özellikle kuruluş döneminde “demir bir duvar” stratejisini benimsemiş, yani Arapların İsrail’in varlığını kabullenmeye zorlanması gerektiğine inanmıştır. Bu yaklaşım, müzakereyi değil güç kullanımını önceleyen bir güvenlik doktrini anlamına gelir.

Ekopolitik Düşünce kuruluşu programındaki konuşmasında Shlaim, bu tarihsel stratejinin günümüzde de sürdüğünü, dolayısıyla çatışmanın kronikleşmesinin rastlantı değil, ideolojik ve kurumsal bir sürekliliğin sonucu olduğunu vurguladı. Avi Shlaim’in tarihsel analizleri, 19. yüzyıl sonuna uzanan Siyonist hareket ile Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki demografik ve siyasal dönüşümler üzerinden şekillenir. Ona göre Filistin topraklarında yaşayan yerel Arap nüfusu, başlangıçta Siyonist göçlerin yaratacağı dönüşümün boyutunu öngörememiştir; ancak 1920’lerden itibaren gerilim belirginleşmeye başlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin Filistin üzerinde manda yönetimi kurması, bölgenin kaderinde belirleyici oldu. İngiltere’nin hem Araplara bağımsızlık sözü veren; hem Siyonist harekete “ulusal yurt” vaadinde bulunan; hem de Fransızlarla Sykes–Picot Antlaşması’nda bölgeyi paylaşan çelişkili politikaları, bugünkü çatışmanın kurumsal zeminini oluşturdu. Shlaim’e göre bu dönemin en kritik sonucu, bölgedeki iki toplum arasındaki rekabetin artık uluslararası güçler tarafından şekillendirilen bir nitelik kazanmasıdır. İngiltere, Filistinlilerin siyasal taleplerini sistematik biçimde zayıflatırken Siyonist örgütlere büyük idari ve askeri avantajlar sağlamıştır. Bu durum, ilerleyen yıllarda güç dengesizliğini İsrail lehine belirleyecek uzun vadeli bir asimetri yarattığı görülmüştür.

Avi Shlaim’in çalışmalarında en fazla odaklandığı dönem 1948’dir. İsrail’in kuruluş savaşı olarak tanımlanan bu süreç Filistinliler için “Nakba”, yani büyük felaket anlamına gelir. Yaklaşık 750.000 Filistinlinin evlerinden ayrılmak zorunda kaldığı bu dönem, çatışmanın hafızasında en derin yaralardan biridir. Shlaim’e göre geleneksel İsrail tarih yazımı, Arap ülkelerinin İsrail’i yok etmek için birleştiğini savunur. Ancak arşiv belgeleri bu tablonun gerçeği yansıtmadığını göstermektedir. Shlaim, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Irak’ın birbirinden kopuk hedeflere sahip olduğunu; bazılarının Filistin topraklarını paylaşma hesabı yaptığını; İsrail tarafının ise askeri üstünlüğe sahip olduğunu ayrıntılarıyla ortaya koyar. Bu nedenle 1948’i yalnızca bir “savunma savaşı” olarak tanımlamak yanıltıcıdır.

Programdaki konuşmasında Shlaim, 1948’in hâlâ çözülememiş olan mülteci meselesinin tarihsel kökeni olduğunu, bu konunun çözülmeden İsrail–Filistin çatışmasının kalıcı bir çözüme ulaşamayacağını vurgulamıştır. Avi Shlaim’in tarih yazımına en özgün katkılarından biri, Arap devletlerinin İsrail ile barışa zaman zaman düşündüğünden daha yakın olduğu yönündeki bulgulardır. Shlaim, özellikle Ürdün Kralı Abdullah ile İsrail yönetimi arasında 1940’lardan itibaren süren gizli diplomatik temasları detaylandırır. Arap dünyasının yekpare bir İsrail karşıtı blok olmadığına dikkat çeker.

Shlaim, Ürdün liderliğinin stratejisinin idealist değil son derece pragmatik olduğunu; Filistin topraklarının bir kısmını kontrol etme karşılığında İsrail ile bir tür işbirliğine açık olduklarını belirtir. Fakat İsrail tarafındaki siyasi elitin büyük kısmı, Filistin topraklarının kontrolünü Ürdün ile paylaşmak yerine kendi ulusal hedeflerine uygun bir genişleme politikasını tercih etmiştir. Shlaim’e göre bu süreç, barış fırsatlarının bilinçli bir strateji doğrultusunda elimine edilmesi anlamına gelir. Bu tespit, onun akademik kimliğinin yanı sıra politik alanda da tartışmalara yol açmıştır.

Avi Shlaim, 1967 Altı Gün Savaşı’nın da İsrail’in askeri gücünün Arap devletleri ile arasındaki farkı dramatik biçimde artırdığını belirtir. Bu savaş yalnızca İsrail’in toprak kazanımıyla değil; Arap dünyasının dağınıklığının belirginleşmesiyle sonuçlanmıştır. Shlaim’e göre bölgede istikrarlı bir barışın sağlanması için askeri güç üzerinden kurulan statükonun sürdürülemez olduğu, ancak İsrail’in bu üstünlüğü stratejik bir koz olarak kullanmayı tercih ettiğini söyledi.   Shlaim’in değerlendirmeleri, Filistin meselesinin yalnızca devletler arası bir çatışma değil, aynı zamanda insanların yaşamlarını altüst eden büyük bir insani trajedi olduğunu vurgular. Programdaki konuşmasında, Filistinlilerin 1948’den itibaren yaşadığı travmaların nesiller arası bir hafıza haline geldiğini ve barışın önündeki engellerden birinin de bu kolektif hafızanın hâlâ canlı olması olduğunu söyledi.

Filistinli mülteciler bugün hâlâ dünyanın en büyük ve en uzun süreli mülteci nüfuslarından biridir. Shlaim, bu gerçeğin uluslararası toplumun çözüm konusundaki yetersizliğinin somut göstergesi olduğunu savunur. Mülteci meselesinin “demografik tehdit” söylemiyle ele alınması ise etik ve siyasi açıdan büyük bir sorun yaratmaktadır.

1967 sonrası İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’de sürdürdüğü işgal politikaları, Shlaim’e göre uluslararası hukuka aykırıdır ve sorunun derinleşmesinde temel bir rol oynamıştır. Yerleşim politikaları, sınır kontrolleri, hareket kısıtlamaları ve ekonomik bağımlılık mekanizmaları Filistin toplumunun sosyal dokusunu ciddi biçimde zayıflatmıştır. Shlaim, işgalin sadece fiziksel değil aynı zamanda siyasal ve psikolojik bir kontrol sistemi olduğunu düşünüyor.

Avi Shlaim, İsrail–Filistin çatışmasının bugün geldiği noktayı, tarihsel süreklilik çerçevesinde ele alır. Ona göre mevcut durum yeni değil; 20. yüzyıl boyunca izlenen politikaların bir sonucudur. Shlaim, İsrail’de giderek güçlenen sağ politikaların ve yerleşimci hareketlerinin, iki devletli çözüm ihtimalini neredeyse ortadan kaldırdığını belirtir. Filistin tarafında ise siyasal bölünmüşlük, uluslararası toplumun pasifliği ve bölgesel güçlerin kendi ajandaları sorunun çözümünü daha da zorlaştırmaktadır. Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, Shlaim’in ifadesiyle “barışın çok yakın olduğu anlar oldu; fakat hiçbir dönem bugün olduğu kadar uzak olmamıştır.”

Programın ardından Shlaim’in kitaplarını imzalattığınız an, akademik bir tartışmanın bireysel bir hafıza deneyimine dönüşmesini sağlamıştır. Onun tarihsel analizi, yalnızca geçmişi anlamaya değil; bugünün politik gerçekliğini daha geniş bir perspektiften görmeye yardımcı olur. Shlaim’in yaklaşımı, İsrail–Filistin çatışmasını tek taraflı anlatılardan arındırır, güç ilişkilerini veri temelli biçimde ele alır ve resmi söylemlerin ötesine geçilmesi gerektiğini hatırlatır.

Avi Shlaim’in tarihsel araştırmaları, İsrail–Filistin çatışmasını anlamak isteyen herkes için büyük önem taşır. Onun arşiv belgelerine dayalı çalışmaları, resmi anlatıların sorgulanmasına ve daha dengeli bir tarihsel perspektifin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Ekopolitik programındaki konuşması da bu geleneği sürdürerek çatışmanın kökenlerine, kırılma noktalarına ve güncel çıkmazlarına ışık tutmuştur.

Shlaim’in yaklaşımı, tarihin yalnızca geçmişi aydınlatmakla kalmadığını; aynı zamanda bugün alınacak kararların zeminini şekillendirdiğini gösterir. İsrail–Filistin meselesi çözülmesi en güç çatışmalardan biridir; ancak Shlaim’in çalışmaları, çözümün ancak dürüst bir tarihsel yüzleşmeyle mümkün olacağını hatırlatır.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Ata Yurduna Dönüş — Türkmenistan’da Bir Kalp Sarsıntısı

Uçağın tekerlekleri Türkmenbaşı pistine değdiği an, içimde tarif edemediğim bir sarsıntı hissettim. Ne korkuydu bu, ne de sıradan...

Küresel Sumud Filosu’nun meşruiyeti ve İsrail müdahalesinin hukuksuzluğu

Ekopolitik Düşünce Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Arıtürk, Küresel Sumud Filosu'nun statüsünü ve hukuki pozisyonunu Yeni Şafak için...

Başlarken…

Ekopolitik’in logosunda bulunan “arı”, kurumsal kimliğimizin en önemli alegorisidir. Zira Ekopolitik’te bir araya gelen araştırmacıların en değerli hususiyeti...

İki Yüz Yıllık Anayasa Arayışımız

1839 Tanzimat Fermanı’ndan günümüze kadar süren anayasa arayışları Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan uzun bir süreci kapsar. Bu dönemde,...