Günümüzde tüketim, yalnızca ekonomik bir faaliyet değil; bir kimlik inşası, bir görünürlük biçimi ve giderek bir kaçış stratejisi. Türkiye Bankalar Birliği’nin verileri ülkede yetişkin her üç kişiden ikisinin bankalara borçlu olduğunu gösterirken, bankacılık sisteminin silikon gibi esneyen kredi limitleri milyonların hayatına “geçici bir nefes borusu” gibi yerleşmiş durumda. Borç, artık bir tercih değil, hayatta kalma refleksinin ekonomik karşılığı.
Fakat mesele yalnızca borçlanma eğilimi değil. Daha derinde, toplumun tüketim üzerinden yeniden şekillenen psikolojisi, değerleri ve geleceğe dair tahayyülleri yatıyor. Nakit kullanımının azalmasıyla birlikte dijital ödeme sistemlerinin sağladığı görünmezlik, tüketimi kolaylaştırıyor; tüketim kolaylaştıkça da borç “normalleşiyor”. İşte asıl kırılma da burada başlıyor.
Algıları Kodlayan Yeni Sermaye: Sosyal Medya !
Bugün sosyal medya; ürünlerin, markaların ve yaşam tarzlarının yalnızca pazarlanma alanı değil, adeta kutsandığı bir vitrin haline geldi. Instagram’da kurgulanan hayatların estetiği, TikTok’ta “trend” diye sunulan anlık tüketim pratikleri, YouTube’da ürün incelemeleri derken, özellikle gençler her gün devasa bir reklam bombardımanının tam ortasında uyanıyor.
Kapitalizm artık üretmek kadar tahrik etmeyi de biliyor. Üstelik bunu doğrudan değil, dolaylı ve duygusal yollarla yapıyor. Sosyal medya algoritmaları, gençlerin kırılganlıklarını, meraklarını, eksiklik hissini, ait olma arzusunu ve görünür olma ihtiyacını kullanarak tüketimi sürekli kışkırtıyor. Bir post, bir influencer videosu, bir “Flash Sale” bildirim sesi, çoğu zaman banka hesabındaki bakiyeden daha güçlü hale geliyor.
Gençler bugün deneyim kaçırma korkusuyla yaşıyor. “Anı yaşa, sonra ödersin” mottosu kredi kartı ekstrelerinin arka plan müziği. Dijital dünyanın bu görünmez baskısı, onların borçlanmayı bir tüketim tercihi değil, sosyal hayatta var olmanın bedeli olarak görmesine yol açıyor.
Dev Şirketler – Savunmasız Tüketici !
Kapitalist sistemde birey, bugün tarihte hiç olmadığı kadar çıplak ve savunmasız. Çünkü karşısında yalnızca bir mağaza yok, milyonlarca dolarlık bütçelerle çalışan, davranış bilimcileri istihdam eden, tüketici psikolojisini algoritmalarla işleyen dev şirketler var.
Bu şirketler, artık “ihtiyaç yaratmıyor”, ihtiyaç hissini kodluyor.
-İnsan psikolojisindeki açıklar,
-Gençlerin sosyal dezavantajları,
-Duygusal zayıflıklar,
-Ekonomik endişeler,
-Ve en önemlisi finansal okuryazarlığın düşüklüğü…
Hepsi, modern kapitalizmin en verimli madenlerinden biri haline gelmiş durumda. Reklamlar artık ürün satmıyor, yaslanacak bir hayal, ait olunacak bir kimlik satıyor.
Böyle bir düzende tüketicinin direnç göstermesi, çoğu zaman bir bireyin bir orduya karşı savaşmasına benziyor.
Finansal Okuryazarlık Eksikliği: Sessiz Felaket !
Tüm bu tablo, toplumun özellikle genç kesiminde finansal okuryazarlığın düşüklüğüyle birleşince ağır sonuçlar yaratıyor.
-Borç nedir?
-Faiz nasıl işler, bileşik faiz ne demektir ?
-Gelecekteki gelir bugünden tüketilir mi?
-Kredi kartı limiti gerçekten “gelir”midir?
-Dijital ödeme görünmez borçlar yaratır mı?
Bu soruların büyük kısmı toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulmuyor. Dijital ödemeler harcamanın psikolojik ağırlığını neredeyse sıfırladığı için, insanlar artık paranın gerçek bedelini düşünmeden harcıyor.
Ekonomideki dalgalanmalar, gelir adaletsizliği ve güvencesizlik birleşince, borç sadece bir finansal araç olmaktan çıkıyor; kişisel bir çaresizlik stratejisine dönüşüyor.
Ahlaki Çürümenin Tüketimle Dansı !
Tüketim kültürünün bu kadar merkezî hale gelmesi, yalnızca ekonomiyi değil, ahlakı da dönüştürüyor. “Nasıl kazanılırsa kazanılsın” anlayışı, toplumun alt katmanlarından üst katmanlarına kadar yayılan bir zihniyet üretmeye başladı. Bu zihniyet:
-Kolay para hayallerini,
-Kripto çılgınlıklarını,
-Sosyal medya “fenomen ekonomisini”,
-Gösteriş için yapılan sahte zenginlikleri,
-Ve elbette borcu meşrulaştıran tüketim anlayışını besliyor.
-Gençlerin suç işleme oranlarında ciddi sıçrama da cabası.
Tüketim üzerinden var olma çabası, başarıyı değerden, geliri emekten, itibarı karakterden koparıyor. Ve bu kopuş, en tehlikeli kırılmayı yaratıyor: Ahlaki çözülme !
Artık toplumda insanlar “neye sahip olduğun” üzerinden değerlendiriliyor; “kim olduğun” geri planda.
Bu çürüme sessiz ama yaygın, görünmez ama etkili.
Toplumsal Kısır Döngü: Var Olmak İçin Tüket, Tüketmek İçin Borçlan !
Bugün Türkiye’de hanelerin çoğu gelirleriyle değil, kredibiliteleriyle yaşıyor. Kredi kartı limitleri, insanların sınıfsal konumlarını belirleyen yeni bir katman haline gelmiş durumda.
Tüketmek için borçlanıyoruz. Borçlandığımız için daha fazla çalışıyoruz. Daha fazla çalıştığımız için daha çok yoruluyoruz. Yoruldukça anlık hazlara yöneliyoruz. Bu hazlar daha çok tüketim gerektiriyor. Tüketim daha çok borç yaratıyor…
Ve kısır döngü böylece kendini yeniden üretiyor.
Bu sarmal, yalnızca ekonomik değil; duygusal, kültürel ve ahlaki boyutları olan büyük bir toplumsal dönüşüme işaret ediyor.
Peki çıkış mümkün mü?
Evet, çıkış mümkün. Ancak bu:
Sadece ekonomik politikalarla, sadece sosyal desteklerle, ya da sadece bireysel tasarruf önerileriyle sağlanamaz.
Bu çok yönlü bir sorun; çözümü de çok katmanlı olmak zorunda:
1. Finansal okuryazarlığın toplumsallaştırılması.
Özellikle gençlerin borç ve tüketim psikolojisi konusunda eğitilmesi artık ulusal bir ihtiyaçtır.
2. Sosyal medyanın tüketim manipülasyonuna karşı şeffaflık.
Influencer reklamcılığından algoritma şeffaflığına kadar pek çok alanda düzenleme şarttır.
3. Toplumsal değerlerin yeniden inşası.
Başarıyı gösterişten, itibarı sahiplenmeden, mutluluğu tüketimden bağımsızlaştıran yeni hikâyelere ihtiyacımız var.
4. Sosyal devletin güçlenmesi.
Borç, bir dayanma biçimi olmaktan çıkarılmadıkça tüketim çılgınlığının kökleri kurutulamaz.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun yalnızca borçluluk sorunu değil, daha derin bir mesele. Toplumun geleceği tüketim kültürü tarafından ele geçiriliyor.
Bu döngüyü kırmak için önce gerçeğin adını koymamız gerekiyor:
Tüketim bizi özgürleştirmiyor.
Sosyal medya bizi görünür kılmıyor.
Borç bizi güçlü yapmıyor.
Hepsi, kırılganlığımızı görünmez kılan ince bir perde.
Artık o perdenin arkasını görmenin zamanı geldi de geçiyor bile.

