Afrika Boynuzu, modern uluslararası sistemin hem coğrafi hem de siyasal anlamda en kritik kırılma hatlarından birini oluşturmaktadır. Kızıldeniz, Bab’ül Mendep Boğazı, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu arasında yer alan bu bölge, küresel ticaretin, enerji nakil hatlarının ve askeri-stratejik geçiş güzergâhlarının adeta merkezinde konumlanmaktadır. Bu nedenle Afrika Boynuzu’nda yaşanan her siyasal dönüşüm, aynı zamanda küresel ölçekte sonuçlar üretme potansiyeline sahiptir. Bölgenin önemli bir ülkesi konumundaki Somali ise bu jeopolitik yoğunluğun en kırılgan, en istikrarsız ve en tartışmalı örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Somali, Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası literatürde sıklıkla “başarısız devlet”, “çökmüş devlet” veya “zayıf devlet” kategorileri altında ele alınmıştır. Ancak bu kavramsallaştırmalar, Somali deneyimini açıklamakta çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Zira Somali’de yaşanan kriz, devlet kurumlarının işlemez hâle gelmesiyle sınırlı değildir, aksine bu kriz, sömürgecilik döneminde çizilen yapay sınırların, klan temelli toplumsal yapının, dini-sosyal hareketlerin ve küresel güç müdahalelerinin iç içe geçtiği çok katmanlı bir tarihsel sürecin ürünüdür. Bu bağlamda Somali, “hiç var olmamış bir devlet” değil, ulus-devlet formuna tam olarak evrilememiş, sürekli inkıtaya uğramış bir devlet inşa sürecinin örneğidir.
Somali kavramı, bugünkü Somali Federal Cumhuriyeti’ni tanımlamasından ziyade, tarihsel ve sosyolojik olarak Somali halkının yaşadığı geniş bir coğrafyayı ifade eden Pan-Somali düşüncesini de içinde barındırır. Bu bağlamda Somaliland ve Puntland gibi yapılar, Somali siyasal bütünlüğü içerisinde ortaya çıkmış, ancak zamanla farklı yönelimler geliştirmiş özerk ya da fiili yönetim alanlarıdır. Somali Federal Cumhuriyeti bugün Somaliland, Puntland, Galmudug, Hirshabelle, Güney-Batı ve Jubaland olmak üzere altı özerk eyaletten oluşmakta, başkenti Mogadişu olan ülke yaklaşık 20 milyonluk nüfusu, 637.657 km²’lik yüzölçümü ve Hint Okyanusu ile Aden Körfezi’ne uzanan uzun kıyı şeridiyle Afrika ile birlikte küresel siyaset açısından da kritik ve stratejik bir konumda yer almaktadır. Resmi dilleri Somalice ve Arapça olan Somali, nüfusunun neredeyse tamamının Müslüman olduğu, İslami geleneklerin ve tasavvuf kültürünün toplumsal yaşamda belirleyici olduğu bir ülkedir.
Somali’nin dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olarak anılmasının arkasında sadece ekonomik yetersizlikler değil, sömürgecilik mirası, yapay sınırlar, klan temelli siyasal yapı, savaş lordları, uzun süreli iç savaşlar ve dış müdahaleler bulunmaktadır. Ancak bu yoksulluk anlatısı, Somali toplumunun tarihsel direniş geleneğini ve siyasal bilincini gölgelememelidir. Afrika kıtasının 16. yüzyıldan itibaren Avrupalı güçlerin ilgisini çekmeye başlaması, Somali coğrafyasında da ciddi bir sorun oluşturmuş, her ne kadar ilk keşif ve nüfuz girişimleri püskürtülmüş olsa da Somali’nin fiili işgal süreci 1884’te İngiltere, 1887’de de İtalya öncülüğünde başlamıştır. Bu dönemden itibaren Somalililer, yabancı yönetimleri reddeden güçlü bir direnç hattı geliştirmiştir.
Bu direnişin en sembolik ve etkili örneklerinden biri, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan “Derviş Hareketi” olmuştur. Derviş Hareketi, dini, kültürel ve milliyetçi bir uyanış olarak değerlendirilmelidir. Ülkede tasavvuf geleneğinin zaten çok güçlü olması, halkın dini hassasiyetlerinin yüksekliği ve İslam’ın toplumsal düzenin merkezinde yer alması, Derviş Hareketi’nin kısa sürede geniş kitlelerce benimsenmesini sağlamıştır. Hareketin liderliğini üstlenen Şeyh Muhammed Abdullah Hassan, aynı zamanda bir İslam alimi, şair ve gezgin olarak Somali toplumunun zihinsel dünyasını şekillendiren bir figürdür. Kendisi, İngilizler başta olmak üzere tüm yabancı güçlerin ülkeden çıkarılmasını hedefleyen söylemiyle Somali milliyetçiliğinin öncü isimlerinden biri hâline gelmiştir. Bu yönüyle Derviş Hareketi, sömürge karşıtı mücadelenin dini meşruiyetle birleştiği özgün bir direniş modeli sunmuştur.
Sömürge döneminin ardından Somali coğrafyası, farklı emperyal mirasların bir araya geldiği kırılgan bir birlik yapısı üzerine inşa edilmiştir. Somaliland, kuzeyde Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ne açılan, batıda Etiyopya, kuzeybatıda Cibuti ve doğuda Puntland ile çevrili bir bölge olarak 1500’lü yıllardan 19’uncu yüzyıl başlarına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış, sonrasında İngiliz sömürgesi hâline gelmiştir. 26 Haziran 1960’ta Somaliland Cumhuriyeti adıyla bağımsızlığını ilan eden bu yapı, dikkat çekici biçimde Amerika Birleşik Devletleri’nin de aralarında bulunduğu Birleşmiş Milletler üyesi 30’u aşkın devlet tarafından tanınmıştır. Ancak güçlü Pan-Somali ideali ve “Büyük Somali” inancı doğrultusunda, bir haftadan kısa bir süre sonra, Temmuz 1960’ta eski İtalyan sömürgesi Somali ile gönüllü olarak birleşmiş ve Somali Federal Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır.
Bu birleşme, her ne kadar ulusal duygularla gerçekleştirilmiş olsa da zamanla ciddi yapısal sorunlar üretmiştir. Yeni devlette tesis edilen anayasal ve siyasal düzen, merkeziyetçi ve baskıcı bir yapıyı beraberinde getirmiş, farklı gruplara yönelik ayrımcı politikalar izlenmiştir. Kuzeydeki yerleşimlerin tahrip edilmesi ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesi, Somaliland toplumunda derin bir travma ve kopuş duygusu yaratmıştır. Bu süreç, 18 Mayıs 1991 tarihinde Somaliland’ın yeniden bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlanmış, ancak bu ilan, uluslararası toplum tarafından bugüne kadar tanınmamıştır. Somaliland yönetimi, bu durumu bir “ayrılma” değil, iki egemen devlet arasında kurulmuş gönüllü birliğin “tek taraflı” feshi olarak tanımlasa da uluslararası sistem bu argümana ciddi manada itibar etmemiştir.
Günümüzde Somaliland, yaklaşık altı milyonluk nüfusu, belirli sınırları, işleyen bir siyasi ve hukuki örgütlenmesi, kendi güvenlik yapıları ve kamu kurumlarıyla fiili bir devlet görünümü sergilemektedir. Buna rağmen hiçbir devlet tarafından tanınmaması, tanıma kurumunun hukuki olmaktan ziyade siyasi bir araç olduğu yönündeki tartışmaları güçlendirmektedir. Nitekim Somaliland’ı tanımayan devletlerin büyük çoğunluğunun, bu tutumlarını hukuki gerekçelerle değil, bilakis siyasi çıkar, bölgesel dengeler ve ticari ilişkilerle açıklamaları dikkat çekicidir. Uluslararası hukuk literatüründe Somaliland, Abhazya, Güney Osetya, Transdinyester ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi “fiili devlet” kategorisinde değerlendirilmektedir.
Puntland ise Somaliland’dan farklı olarak bağımsızlık iddiasında bulunmamakta, federal bir Somali yapısı içerisinde varlığını sürdürmeyi hedeflemektedir. Puntland ile Somaliland arasındaki ihtilaflı sınır bölgeleri, her iki yapının siyasal statüsüne ilişkin belirsizlikler nedeniyle kronik bir sorun alanı oluşturmaktadır. Somaliland kendisini bağımsız bir devlet olarak görürken, Puntland Somali’nin özerk bir parçası olduğunu savunmaktadır. Bu durum, Somali’deki federal yapının kırılganlığını ve parçalanma riskini sürekli canlı tutmaktadır. Bununla beraber 2000’li yıllara gelindiğinde Somaliland’ın ardından Puntland ve Galmudug gibi bölgelerin de tek taraflı özerklik ya da bağımsızlık ilanları, merkezi otoritenin zayıflığını daha da görünür kılmıştır.
Somali’nin jeopolitik önemi, küresel ticaret ve deniz yolları üzerindeki konumuyla da doğrudan bağlantılıdır. Küresel ticaretin önemli bir kısmını oluşturan, yıllık değeri 1 trilyon doları aşan mal akışı, Aden Körfezi’nden Somali kıyıları boyunca ilerleyerek Süveyş Kanalı’na ulaşmaktadır. Bab’ül Mendep Boğazı, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu bağlantısına hâkim olan Somali, bu yönüyle dünyanın en stratejik su yollarından birini kontrol edebilecek potansiyele sahiptir. Ancak yıllardır süren terör saldırıları, korsanlık faaliyetleri ve iç istikrarsızlık, bu potansiyelin Somali lehine kullanılmasını engellemiştir.
Türkiye’nin Somali ile ilişkileri, 2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mogadişu ziyaretiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Bu ziyaret, hem Türkiye’nin Afrika açılımının sembolik bir adımı olmuş hem de Ankara’nın “insani diplomasi” olarak adlandırdığı yaklaşımın ilk somut örneklerinden birini oluşturmuştur. 2012’de imzalanan Askeri Eğitim ve İş Birliği Anlaşması çerçevesinde Türkiye, Somali Silahlı Kuvvetleri’ne eğitim ve teknik destek sağlamış, 2017’de açılan TÜRKSOM Askeri Eğitim Üssü ile Somali güvenlik mimarisinin omurgasının inşasında belirleyici bir rol üstlenmiştir. Somali, fiilen Türkiye’ye askeri üs veren önemli bir Afrika ülkesi konumundadır ve bu durum Ankara açısından Somaliland’ın tanınması meselesini yalnızca hukuki değil, aynı zamanda doğrudan stratejik bir tehdit olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır.
Türkiye, Somali’nin toprak bütünlüğünü koruma amacıyla diplomatik arabuluculuk rolünü de üstlenmiştir. Somali Federal Cumhuriyeti’nin tesis edilmesinin ardından Somali ve Somaliland liderlerini bir araya getiren Türkiye, 2012 ve 2013’te ise “Ankara Bildirisi”ne ev sahipliği yaparak taraflar arasında diyaloğun yeniden başlatılmasını sağlamıştır. Aynı yaklaşım, Etiyopya ile Somali arasında 1 Ocak 2024’te imzalanan ve Somaliland üzerinden Kızıldeniz’e erişimi öngören Ortaklık ve İş Birliği Mutabakat Muhtırası sonrasında da görülmüştür. Etiyopya’nın Somali kıyılarında askeri ve ticari varlık kazanmasını öngören bu girişim, karşılığında Somaliland’ın tanınmasının gündeme gelmesi nedeniyle Somali’nin egemenliğine açık bir tehdit olarak algılanmış, Türkiye’nin arabuluculuğuyla Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud ile Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali yeniden Ankara’da bir araya gelmiş ve yeni bir Ankara Bildirisi ile egemenlik, birlik ve toprak bütünlüğüne bağlılık vurgulanmıştır.
Bu karmaşık tabloda İsrail’in Somaliland’ı tanıma yönündeki adımı, Afrika Boynuzu’ndaki güç dengelerini daha da sarsıcı bir etki yaratmıştır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Somaliland lideri Muhammed Abdullahi’nin imzaladığı karşılıklı bildiri, İsrail’i Somaliland’ı tanıyan ilk ve tek ülke konumuna taşımıştır. Bu hamle, İsrail’in Yemen’deki Husilere karşı Bab’ül Mendep’i gözetleme, Kızıldeniz güvenliğini sağlama ve Afrika Boynuzu’nda askeri üs edinme stratejisinin bir parçası olarak yorumlanmalıdır. Somaliland’ın tanınmasının Puntland gibi diğer bölgeler için emsal teşkil etmesi ve Somali’nin yeniden iç savaşa sürüklenmesi riski, bu adımın Somali açısından taşıdığı hayati tehlikeyi açıkça ortaya koymaktadır.
Son tahlilde Somali, Somaliland ve Puntland meselesi, tarih, din, sömürgecilik, uluslararası hukuk ve küresel güç rekabetinin iç içe geçtiği çok katmanlı bir yapı sunmaktadır. Türkiye’nin egemenlik ve bütünlük merkezli yaklaşımı ile İsrail’in güvenlik ve jeopolitik çıkar odaklı hamleleri, Afrika Boynuzu’nu önümüzdeki yıllarda da uluslararası siyasetin en kırılgan ve en tartışmalı bölgelerinden biri hâline getireceği aşikârdır.
SONUÇ
Somali meselesi, son dönemde yaşanan gelişmelerle birlikte artık yalnızca bir devlet inşası veya iç siyasal parçalanma problemi olmaktan çıkmış, küresel ve bölgesel güçlerin nüfuz mücadelesinin kesişim noktasına dönüşmüştür. İsrail’in Somaliland’ı tanıması ve bu bölgeyle askeri, diplomatik ve istihbari ilişkiler geliştirme yönündeki iradesi, bu dönüşümün en açık göstergelerinden biridir. Söz konusu adım, hukuki bir tanıma kararından ziyade, Afrika Boynuzu’nda kalıcı bir jeostratejik mevzi kazanma hamlesi olarak değerlendirilmelidir.
İsrail açısından Somaliland, Somali’den kopuk bir bölge değil, Bab’ül Mendep Boğazı’nı, Kızıldeniz-Hint Okyanusu hattını ve Yemen kıyılarını gözetleyebilecek eşsiz bir jeopolitik platformdur. Yemen’deki Husiler, İran’ın bölgedeki dolaylı nüfuzu ve Kızıldeniz’de artan güvenlik riskleri düşünüldüğünde, Somaliland’da askeri veya istihbari bir varlık tesis edilmesi, İsrail’in kendi güvenlik doktrini açısından oldukça rasyonel fakat bölgesel istikrar açısından son derece riskli ve bir o kadar tehlikeli bir adımdır. Bu hamlenin, Afrika Boynuzu’nu Orta Doğu’daki çatışmaların doğrudan uzantısı hâline getirme potansiyeli taşıdığı asla göz ardı edilmemelidir.
Bu bağlamda Somaliland’ın tanınması, Somali devletinin egemenliğine yönelmiş açık bir meydan okuma olduğu kadar, Somali üzerinden inşa edilen mevcut bölgesel dengeyi de hedef almaktadır. Bu dengenin en önemli unsurlarından biri ise kuşkusuz Türkiye’dir. Türkiye, Somali’de askeri eğitim, güvenlik sektörü reformu ve devlet kapasitesinin inşası yoluyla fiilen sahada bulunan önemli ve ciddi bir müttefiktir. TURKSOM Askeri Eğitim Üssü’nün varlığı, Somali’yi Türkiye açısından sembolik bir dostluk alanı olmaktan çıkarıp, stratejik derinliğin bir parçası hâline getirmiştir.
Bu nedenle İsrail’in Somaliland hamlesi, dolaylı olarak Türkiye’ye yönelik bir “gözdağı” veya denge bozucu mesaj niteliği de taşımaktadır. Zira bu adım, Ankara’nın Afrika Boynuzu’ndaki nüfuz alanının çevrelenmesi, Türkiye-Somali hattında tesis edilen askeri ve siyasi iş birliğinin kırılganlaştırılması ve Türkiye’nin Kızıldeniz-Hint Okyanusu geçiş hattındaki stratejik manevra alanının daraltılması anlamına da gelmektedir. Bu durum, İsrail’in sadece İran veya Yemen kaynaklı tehditlere odaklanmadığını, aynı zamanda bölgede alternatif güç merkezlerinin yükselişini sınırlamayı hedeflediğini açıkça göstermektedir.
Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, İsrail’in Somaliland üzerinden yürüttüğü diplomasi, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve bazı Batılı aktörlerin Afrika Boynuzu’ndaki çıkarlarıyla örtüşen bir örtük koalisyon siyasetinin parçası olarak okunmalıdır. Bu siyaset, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı deniz ticaret yollarını kontrol altında tutmayı, Türkiye’nin insani ve askeri temelli nüfuzunu dengelemeyi ve Afrika Boynuzu’nu küresel rekabetin ileri karakolu hâline getirmeyi amaçladığı ortadadır.
Somali açısından bakıldığında ise bu gelişmeler, devletin hukuki varlığının aşındırılması, federal yapının çözülmesi ve ülkenin yeniden geniş çaplı bir iç savaşa sürüklenmesi tehlikesini barındırmaktadır. Somaliland’ın tanınması, Puntland başta olmak üzere diğer federal yapıların benzer taleplerle ortaya çıkmasının önünü açabilecek bir emsal teşkil etmektedir. Bu senaryo, Somali’yi fiilen parçalanmış, rekabet eden mikro-egemenlik alanlarına bölünmüş bir coğrafyaya dönüştürebilir.
Sonuç olarak İsrail’in Somaliland hamlesi, görünürde ikili diplomatik bir ilişki gibi sunulsa da gerçekte Afrika Boynuzu’ndaki güç dengelerini yeniden şekillendirmeye yönelik çok katmanlı ve tehlikeli bir stratejinin parçasıdır. Bu strateji, Somali’nin egemenliğini zayıflatmakta, bölgesel istikrarsızlığı derinleştirmekte ve Türkiye’nin sahadaki varlığına dolaylı fakat açık bir meydan okuma içermektedir. Bu nedenle Somaliland meselesi, Türkiye açısından ilkeli bir “toprak bütünlüğü” savunusundan öte Afrika Boynuzu’ndaki stratejik varlığın korunması ve egemen müttefiklik/dostluk ilişkilerinin sürdürülmesi meselesidir.
Afrika Boynuzu’nda yaşanan bu gelişmeler, önümüzdeki dönemde yalnızca Somali ile sınırlı kalmayıp Türkiye-İsrail ilişkilerinin/mücadelesinin, Kızıldeniz güvenliğinin ve küresel deniz ticaretinin geleceğini de doğrudan etkileyecek niteliktedir. Bu nedenle Somaliland dosyası, artık bölgesel bir sorun olmaktan çıkıp küresel güç rekabetinin açık bir cephesi olarak değerlendirilebilir.
KAYNAKÇA
- Biçer, N. (2025). Türk Dış Politikasında Akıllı Güç: Somali Örneği (2011-2024). Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir.
- Erdal, S. & Bayrak, G. F. (2019). Uluslararası Hukuk Perspektifinden Tanınmayan Devletlerin Durumu: Somaliland Cumhuriyeti Örneği. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi.
- Tütmez, E. D. & Eminoğlu, A. (2022). Somaliland’in Uluslararası Alanda Tanınma Sorunu: Fırsatlar ve Tehditler. International Journal of Social Inquiry.
- Ünal, M. (2024). Afrika’da Siyasal İktidar Mücadelesi ve Devlet İnşası Sürecinin Değerlendirilmesi: Somali Örneği (1960-2023). Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir.
- BBC News Türkçe. İsrail’in Somaliland’i tanımasına yönelik analiz ve haber dosyaları. https://www.bbc.com/turkce/articles/c14v653gpl4o
- İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-somali/

