Gazetelerin üçüncü sayfaları, suç kayıtları kabarık olan kişilerin işledikleri yeni suçların haberleriyle dolu. Bir kaç örnekle başlayalım. “Ümraniye’de polis memuru Şeyda Yılmaz’ı şehit eden kişinin 26 suç kaydının olduğu ortaya çıktı. Taksiciyi 160 TL için öldüren iki kardeşin geçmişi de suç dolu. Balıkesir’de motokuryeyi 25 kez bıçaklayarak öldüren zanlının suç geçmişi oldukça uzun. Polis, şikayet üzerine taciz, gasp, dolandırıcılık ve alıkoyma suçlarından emniyette yaklaşık 200 suç kaydı bulunan E.F.B.’yi gözaltına aldı. Ancak, şüpheli emniyetteki işlemlerinin ardından serbest bırakıldı.”
Bugün, şüphelilerin adli kontrol tedbiri ile serbest bırakılmaları, ne yazık ki haber değeri taşımıyor ve bu durum artık vaka-i adiyeden sayılmakta. Polis memurunu şehit eden kişinin siyah bir poşete sarılı şekilde ve çöp toplama aracılığıyla adliyeye sevk edilmesi, başka tartışmaların fitilini ateşledi. Bir grup, kolluğun bu hukuksuz uygulamasını, işlenen suçun ağırlığına vurgu yaparak savunurken; diğer bir grup ise, “Bir suç işlemiş olsa da özgürlüğü sınırlanan hükümlünün insan onurunun korunması, nesneye dönüştürülmemesi ve maddi-manevi varlığının korunması hukuk devletinin temel görevlerinden biridir” diyerek bu uygulamaya itiraz etmekte. Başta masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkını ihlal eden, suç işlemiş kişileri tecrit edemeyen ve potansiyel suçluları toplumdan ayırmakta yetersiz kalan sistemimiz, acziyetini bu şekilde mi örtbas etmeye çalışıyor?
Cezasızlık algısı toplumu kuşatmış durumda. BM, cezasızlığı şu şekilde tanımlamaktadır: Cezasızlık, failin suçlanmasını, tutuklanmasını, yargılanmasını ve suçlu bulunursa gerekli cezalara çarptırılmasını ve mağdurların zararlarını tazmin etmelerini sağlayacak bir soruşturmaya tabi tutulmadıkları için cezai, hukuki, idari veya disiplinle ilgili süreçlerde hesap sorulamamasıdır. Bu algının oluşmasında cezaevlerinin doluluk oranının da önemli bir rol oynadığı da yadsıyamayacağımız bir gerçek. Dolayısıyla ortada çözümü pek kolay olmayan oldukça girift ve paradoksal bir sorun ile karşı karşıyayız. Bir yanda infaz rejiminin lâyıkı vechiyle çalışmadığına şahit olurken diğer yanda cezaevlerinde yer olmadığından şikayet etmekteyiz. Verilere baktığımızda Türkiye’de cezaevinde olanların tüm nüfusa oranları, Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki oranların ortalamasının 3 katını aşmış durumdadır. Her yüz bin kişiden 366’sinin cezaevinde olduğu Türkiye, ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranları açısından Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Halihazırda cezaevleri yüzde 117 oranında bir yoğunluğa sahiptir. Cezaevlerinin kapasitelerinin üzerinde bir yoğunluk ile faaliyet yürüttüğünün altını çizmek gerekir.[1]
Bu tablonun ortaya çıkmasında, devletin kendisine ve vatandaşa karşı işlenen suçlarda ayrı bir infaz rejimi öngörmesi, kendisine karşı işlenen suçlara karşı tavizsiz bir yaklaşım sergilerken vatandaşa karşı işlenen suçlarda ise olabildiğince müşfik olması önemli bir rol oynamaktadır. Devletin alacağına kartal, borcuna güvercin olduğu algısı toplumda hakimdir. Bu analojinin, devlete ve topluma karşı işlenen suçlar bakımından da geçerli olduğu aşikardır. Bu konuda devletin tepesinin yapmış olduğu açıklamalar ile uygulama ne yazık ki birbiriyle örtüşmüyor. 2018 yılında af tartışmalarının gündemde olduğu sıralarda Erdoğan, “…Bu konudaki temel ilkemiz şudur; eğer bir af [suç], devlete karşı işleniyorsa devletin bunu af yetkisi olabilir. Fakat şahıslara karşı işleniyorsa, bunun af yetkisi devlette değildir. Ancak bunu affedebilecek merci, o şahısların, mazlum, mağdur insanların ta kendisidir. Biz o yetkiyi devlet olarak kendimize alamayız.”[2] Her ne kadar cumhurbaşkanı, bu ifadeleri af bağlamında ortaya koymuş olsa da, devletin kendisine ve vatandaşa karşı işlenen suçlara bakış açısını göstermesi bakımından önem arzetmektedir. Ancak bu bakış açısı, daha önce de ifade ettiğim üzere, pratikle örtüşmemektedir. Bugün geldiğimiz noktada, Cumhurbaşkanı’nın Gazze politikalarını eleştiren 9 kişinin tutuklanması bir yanda dururken, diğer yanda sosyal medyada gündem olmadıkça suç işlemeyi alışkanlık haline getirenlerin toplumdan tecrit edilemediği bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu tabloda, eşinin kendisini ölümle tehdit ettiğini beyan eden bir kadının sonuç alma ihtimali, eşinin Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiğini ya da FETO terör örgütü üyesi olduğunu iddia eden bir kadının sonuç alma ihtimalinden daha düşüktür.
2005 yılında eskisini ilga edip yenisini ortaya koyduğumuz Türk Ceza Kanunu, hem cezaların miktarını hem de infaz sürelerini önemli ölçüde artırarak caydırıcılık konusunda önceki mevzuata nazaran önemli bir mesafe kat etmiştir.[3] Türk Ceza Hukuk sisteminin sorunu, suç tipleri için yeterli ve caydırıcı cezalardan yoksun olması değil bu yaptırımların infaz edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Hatta TCK, aşırı cezalandırma yoluna gittiği gerekçesiyle bile yer yer eleştirilerin hedefinde yer almaktadır. Ölçülülük prensibini vurgulamak amacıyla Fransız hukukçu Guy Braibant “sineklerin çekiçle ezilmemesi,” Alman Hukukçu Fritz Fleiner ise “serçelere topla ateş edilmemesi” gerektiğini ifade etmektedirler.[4]
Kendilerinden beklenen önleme, caydırıcılık ve ıslah misyonlarını yerine getirmeleri bakımından cezaların yeterli olduğu üzerinde hemen hemen fikir birliği bulunmaktadır. Ancak “örtülü aflar” nedeniyle mevzuatın işlevsiz hale gelme sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu dile getirmeliyiz. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİHK)’da 2012 yılında yapılmaya başlanan değişiklikler, Covid salgını nedeniyle yine bu ve benzeri değişikliklere dayanılarak tutuklu ve hükümlülerin salıverilmeleri, cezasızlık algısına hizmet eden uygulamalardır. Yine benzer şekilde 2020 yılında yürürlüğe giren 7242 sayılı kanunla birlikte, şartlı tahliye süreleri yeniden düzenlenmiş, bilhassa adi suçlar açısından, 647 sayılı Kanun’daki 1/2 oranına geri dönülmüş ve sanığın denetimli serbestlik kapsamında bir yıl erken tahliye edilebilmesi için cezaevinde en az altı ay kalma şartı kaldırılmıştır. Bu durumun yargı ekonomisine, adalet psikolojisine, ve suç ve cezalandırma politikalarının amaçladığı hukuki ve fiili öngörülebilirliği zaafa uğrattığı sır değildir.
Ceza hukuku literatürü, cezanın amacının ne olduğu konusunda derin tartışmalarla doludur. Ancak bu teorik tartışmalar, bize önemli bir gerçeği hatırlatır: Cezanın amacı; suçluyu cezalandırmak, toplumu suçluya karşı korumak, faili rehabilite ederek topluma kazandırmak, mağdurun duygusal tatminini sağlamak ve toplumda adalet duygusunu yeniden tesis etmek olarak tanımlansa da, bu amaçların hiçbiri etkin bir infaz rejimi olmadan anlam kazanmaz. Aslında, bu teorilerin hepsinin ortak bir noktada buluştuğunu söyleyebiliriz: Hangi amaç önceleniyor olursa olsun, suçluların cezasız kalmaması gerektiği konusunda fikir birliği vardır. Nitekim, İtalyan ceza hukukçusu Cesare Beccaria’nın da ifade ettiği üzere, suçu önleyen faktör cezanın zalimane olması değil, failin cezasını çekeceği hususunda toplumda bir şüphe bulunmamasıdır.[5]

Üç İhlal Durumunda Toplum Dışısın Yasası (3 Strikes Law)
Peki cezasızlık algısı bizim hukuk sistemimize özgü bir sorun mudur? 1960’lardan itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nde cezaların caydırıcı olmadığı gerekçesiyle ceza hukuku sistemine eleştiriler yöneltilmeye başlanmıştır. Bu tepkiler, suçlulara karşı daha şiddetli cezalar öngören politik kampanyaları tetiklemiştir.[6] Bardağı taşıran son damla ise 1993’ün kasım ayında 12 yaşındaki Polly Klaus’in, Richard Alan Davis tarafından California’daki evinden alıkonması ve sonrasında da öldürülmesi ile vuku bulmuştur. Daha önce iki kez adam kaçırma suçundan hüküm giyen ve 8 yıl cezaevinde yattıktan sonra şartlı salıverilen Davis’in son eylemi ülke çapında büyük bir infial yaratır ve halihazırda suç dosyaları mevcut olanların toplum nezdinde tehlike arz ettikleri gerekçesiyle tecrit edilecek ömür boyu cezaevinde kalmaları gerektiği yönündeki düşüncelerin ortaya çıkmasına ve kamuoyunca desteklenmesine sebebiyet verir.[7]
Üç İhlal Yasası, ilk olarak 1993’te Washington’da, 1994’te ise California’da ortaya çıkar. Akabinde Birleşik Devletler’deki eyaletlerin yarısı, hangi suç tipleri için ne kadar ceza verileceğini kendisi belirleyecek şekilde bu yasayı hızlı bir şekilde yürürlüğe sokar. Bu yasanın California yasası olarak bilinmesinin muhtemel sebebi ise bu eyalettin diğerlerine nazaran çok daha şiddetli cezalar öngörmesidir. California’da uygulanan üç ihlal yasasını diğerlerinden ayıran bir başka önemli özelliği ise, diğer eyaletlerde bu yasanın uygulanabilmesi için mevzu bahis suçların “şiddet içeren ve ciddi” suçlar kataloğunda olması şartı aranırken, California’da böyle bir sınıflandırmaya gidilmemiş olmasıdır. Yasanın işleme mantığı şu şekildedir: Daha önce ciddi ya da şiddet içerikli suçtan mahkumiyet almış bir kişi (bu tür suçlar “tetikleyici suç” olarak kabul edilir), herhangi bir yeni suç işlediğinde (bu suçun ciddi ya da şiddet içerikli olması gerekmez), normalde öngörülen cezalardan daha ağır bir yaptırımla karşılaşır. İkinci ihlal durumunda, suçlunun alacağı ceza, işlediği yeni suç için genellikle önerilen cezanın iki katı olarak belirlenir. Eğer bir kişinin daha önce iki ya da daha fazla ciddi veya şiddet içerikli suçtan mahkumiyeti varsa, bu durumda yeni işlenen suç için öngörülen ceza en az 25 yıl hapis ile müebbet hapis cezası arasında değişir.[8] Bu yasa ile hem caydırıcılık amaçlanmış hem de suçun sürekli tekerrürü halinde, suçlunun çok ağır yaptırımlara tabi tutularak toplumdan tecrit edilmesi amaçlanmaktadır. Denilebilir ki bu yasa ile verilmek istenen mesaj şudur: Herkes bazen talihsizlik, bazen de anlık öfke kontrolü gibi nedenlerle hata yapabilir. Ancak işlenen suçun hata olarak değerlendirilebilmesi için failin ilk işlediği suçlardan ders çıkarması beklenir. Eğer bir fail, üç kez suç işleme iradesi göstermişse, bu artık talihsizlik ya da bir anlık hata ile açıklanamaz. Aksine failin toplum için tehdit arzeden, suça meyilli bir profile sahip olduğu sonucu çıkarılmalıdır. Bu tehdidin, failin toplumdan tecrit edilmek suretiyle ortadan kaldırılması, kamu yararının bir gereğidir.
Örnek suç tipleri ve bu suçlar için öngörülen müeyyideler üzerinden yasanın işleme mantığını daha iyi kavrayabiliriz. Cinayet suçunun işlendiği varsayımında yasa çıkmadan önce ilk suç için öngörülen ceza 20 yıl, ikinci suç için 23 yıl ve üçüncü suç için 25 yıldır. Yasa hayata geçtikten sonra rakamlar ilk suç için 20 yıl, ikinci kez tekrarlanması durumunda 27 yıl ve üçüncü kez tekrarlanması durumunda ömür boyu hapis cezası (life sentence) şeklinde öngörülmektedir. Cinsel istismar (spesifik olarak tecavüz suçunun işlenmesi durumunda) yasa geçmeden önce ilk suç için dört yıl dokuz ay, ikinci kez tekrarlanması durumunda beş yıl, üçüncü kez tekrar etmesi durumunda ise öngörülen ceza dokuz yıldır. Yasa yürürlüğe girdikten sonra, rakamlar ilk suç için beş, ikinci kez işlendiğinde dokuz ve üçüncü kez tekranlandığında 30 yıl şeklinde ağırlaştırılmıştır. Görüldüğü üzere yasa yürürlüğe girmeden önce tecavüz suçunu üçüncü kez işlediği durumda, sanık için öngörülen ceza dokuz yıl iken bu yasa kapsamında öngörülen ceza 30 yıla çıkmaktadır.
Bir başka örnekte, yağma suçu için öngörülen cezalar sırasıyla, üç yıl, üç yıl beş ay ve dört yıl iken, yasa geçtikten sonra ilk yağma suçu için üç yıl, ikincisi için altı yıl beş ay, üçüncüsü için ise 21 yıl şeklindedir. Son olarak, uyuşturucu bulundurma suçu sübut bulunanlar, yasa öncesi ilk işledikleri suç için dokuz ay, ikinci kez işlendiği taktide bir yıl, üçüncü kez tekrar etmesi durumunda ise iki yıl ile cezalandırılırken, yasanın yürürlüğe girmesi sonrası ilk kez işlendiği taktirde bir yıl iki ay, ikinci kez işlendiği taktirde dört yıl ve üçüncü kez tekrarlanması durumunda ise 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmaktadırlar.[9]
Yasanın uygulandığı döneme ait verileri incelediğimizde, ikinci kez işlenen suçlar için ortalama dört yıl ceza, üçüncü kez ihlal durumunda ise 37.5 yıl hapis cezası öngörülmüştür. Tahmin edileceği üzere, bu sistem ikinci kez suç işlemeyi caydıracak ağırlıkta bir ceza öngörmemekle birlikte, üçüncü kez suç işlenmesi durumunda uygulanan yaptırım miktarının yaklaşık 10 katına çıkması suçu meslek haline getiren ihtiyadi suçluları, suç işlemeden önce en az bir kez daha düşünmeye sevk etmeyi amaçlamış ve bunu önemli ölçüde başarmıştır. Yasanın bir başka olumlu tarafı da, üç ihlal kapsamına girmeyen suçlar (non-strikeable crimes) açısından gözlemlenen etkisidir. Yasanın karmaşık yapısını tam olarak kavrayamayan potansiyel suçluların, herhangi bir risk almaktan kaçınmaları nedeniyle bu tür suçlarda da bir düşüş yaşanmıştır. Paylaşmış olduğum tablo,[10] yasanın 1990’ların ilk yarısında yürürlüğe girdiği bilgisi de dikkate alınarak incelendiğinde, tüm suçlar, şiddet içeren suçlar ve malvarlığına yönelik suçlar bakımından suç işleme oranlarının neredeyse yarı yarıya bir düşüş yaşadığı gözlemlenmektedir.

Ancak belirtmek gerekir ki hiçbir sistem kusurdan ari değildir. Bu yasanın uygulanmasıyla elde edilen 30 yılı aşkın deneyim, yasanın aksayan yönlerini tespit etmemize yardımcı olmaktadır. Söz konusu yasanın her eyalette farklı şekillerde uygulanması ve farklı suç türleri için farklı yaptırımlar öngörülmesi, hem suç hem de fail göçü gibi sorunlara yol açmaktadır. Suç göçünden kastımız, ikinci veya üçüncü ihlal durumunda çok daha ağır yaptırımlarla karşılaşacağının farkında olan failin, daha hafif yaptırımlar öngören suçlara yönelmesidir. Bu durum, her ne kadar sistemin bir açığı olarak görülse de, kanun koyucunun bu eğilimi öngörmüş ve failin şiddet içermeyen suçlara yönelmesini kabul edilebilir bir sonuç olarak değerlendirmiş olması muhtemeldir.
Fail göçü ise büyük ihtimalle kanun koyucunun öngöremediği ve Amerika Birleşik Devletleri’nde “komşunun zararına politika etkisi (beggar-thy-neighbor effect)” gibi ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu senaryoda, özellikle iki kez suç işlemiş ve suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş failler, üçüncü ihlalin daha az cezalandırıldığı ya da bu yasanın yürürlükte olmadığı eyaletlere göç etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde eyaletlerin yarısının bu yasayı yürürlüğe koymadıkları dikkate alındığında, bu eyaletlerin yasanın uygulandığı eyaletlerden suçlu ithal etmesi gibi ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu tablo, üç ihlal yasasına sahip olmayan eyaletlerin bu sistemin yarattığı olumsuzluklardan etkilenmelerine ve suç oranlarının yasanın uygulanmadığı eyaletlerde artma ihtimaline işaret etmektedir. Gelecekte, bu eyaletlerin de sorunu çözmek adına benzer bir yasayı yürürlüğe koymaları muhtemel görünmektedir. Fail göçünün Birleşik Devletler’e özgü federal devlet yapılanma sisteminden kaynaklandığını, üniter bir devlette benzer bir yasanın yürürlüğe girmesi durumunda böyle bir sorunun ortaya çıkma ihtimalinin mevcut olmadığını da ifade etmekte fayda var.
Yasanın öngörülemeyen sonuçlarının yanı sıra, başlangıçta yanlış uygulamalara yol açacağı öngörülebilir olmasına rağmen bu riskler dikkate alınmadan yürürlüğe konulan yönleri de bulunmaktadır. Örneğin, California’da üç ihlal yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu yasanın geriye dönük uygulanması ciddi tartışmalara neden olmuştur. Örneğin, Leandro Andrade isimli şahıs, daha önce 1983 ve 1990 yıllarında işlediği birkaç hırsızlık suçundan sabıkalıyken, 1995 yılında bir markette hırsızlık yaparken yakalanmıştır. Mahkeme, yasa öncesi işlenen suçları, birinci ve ikinci ihlal (first ve second strike) olarak değerlendirmiş ve Andrade, market hırsızlığı nedeniyle “25 yıl ile müebbet hapis cezası” arasında bir cezaya, üstelik iki kez ve arka arkaya infaz edilmek üzere çarptırılmıştır. Bu, Amerikan hukuk sisteminde şu anlama gelmektedir: Andrade, bir cezasını tamamladıktan hemen sonra ikinci cezasını çekmeye başlayacak ve hakimin her iki ceza için asgari sınırı uyguladığı bir senaryoda dahi, en az 50 yıl hapis cezasına maruz kalacaktır. Andrade, bu cezayı, kasten adam öldürme suçundan hüküm giyenlerle aynı, hatta bazı durumlarda daha ağır bir ceza olarak değerlendirerek, hakkında kurulan hükme itiraz etmiş, iç hukuk yollarını tüketmiş ancak olumlu bir netice alamamıştır. ABD Anayasası’nın Sekizinci Maddesi’nin (aşırı cezaların yasaklanması) ihlal edildiği gerekçesiyle yaptığı başvurular da reddedilmiştir.
Dolayısıyla, böyle bir yasanın yürürlüğe konulması ciddi bir titizlik gerektirmektedir. California’daki yasa koyucular, Andrade gibi suçluların geçmiş suçları dikkate alındığında, daha sert yaptırımlarla karşılaşmalarının yasama iradesine uygun olduğunu ve hakimlerin bu iradeye saygı duyarak yasayı uygulamaları gerektiğini savunmuşlardır. Buna karşılık, sanık avukatları ve yasanın muhalifleri, aynı suçun California dışında işlenmesi durumunda çok daha hafif bir ceza ile karşılaşılacağını vurgulayarak, bu yasanın büyük adaletsizliklere ve mağduriyetlere yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bu örnek, yasaların adalet duygusunu zedelemeden uygulanabilmesi için daha hassas ve dengeli düzenlemeler yapılmasının önemini göstermesi nedeniyle ehemmiyet arz etmektedir.
Sonuç Yerine: Yasanın Türk Hukuk Sistemine Uygulanabilirliği Meselesi
Türkiye, hukuki transplantasyon yolculuğunda eklektik bir yöntemi benimsemeyi tercih etmiş köklü bir geçmişe sahip bir ülkedir: Medeni Kanun İsviçre’den, Ceza Kanunu İtalya’dan, Ticaret Kanunu Almanya’dan, parlamenter sistem Birleşik Krallık’tan ve şu anda yürürlükte bulunan cumhurbaşkanlığı sistemi ise Türk-tipi bir formata dönüştürülmesine rağmen ABD’den alınmıştır. Harvey, Türkiye’nin hukuk ve sistem transplantasyonu tecrübesini açıklamak amacıyla “kahvaltı analojisi”ne başvurmakta ve Türkiye’nin mevcut hukuk yapısını, dünyanın farklı bölgelerinden elde edilen ürünlerin bir araya getirildiği bir kahvaltıya benzetmektedir.[11]
Türkiye’nin mevcut ceza hukuku düzeni, toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilmek adına zaman zaman önemli reformlar geçirmiştir. Ancak, suç oranlarının azaltılması ve caydırıcılık mekanizmalarının güçlendirilmesi hususunda hâlâ tartışmaya açık birçok alan bulunmaktadır. Bu bağlamda, “üç ihlal yasası” gibi modellerden esinlenerek, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş bireyler için daha etkili ve önleyici tedbirlerin geliştirilip geliştirilemeyeceği sorusu, sorulmaya ve cevap aranmaya değer bir sorudur.
Ceza hukuk sistemimizin caydırıcı yasa eksikliğinden ziyade infaz rejimindeki aksaklıklardan kaynaklanan sorunlarla mücadele ettiğini belirttiğimden, ilk bakışta Üç İhlal Yasası’nın Türkiye’de uygulanabilirliği üzerine yapılan bir çalışmanın bu yaklaşımla çeliştiği iddia edilebilir. Ancak, Üç İhlal Yasası’nın yalnızca daha ağır yaptırımlar öngören bir düzenleme olmadığı, aynı zamanda failin şartlı salıverilme hakkını (parole) düzenleyen normlar üzerindeki hakimin takdir yetkisini de sınırladığı gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda, yasa sadece belirli suç tipleri için daha ağır cezalar öngörmekle kalmayıp, aynı zamanda bu cezaların infazına ilişkin detaylı düzenlemeler içermektedir. Dolayısıyla, yasanın yalnızca ceza artırımı sağlayan bir model olmadığı, infaz rejimini de yeniden şekillendiren kapsamlı bir yaklaşım sunduğu dikkate alındığında, caydırıcılık sorunu yaşayan bir ülkeye bu yasanın adapte edilip edilemeyeceğini irdelemek bir çelişki teşkil etmemektedir.
Bu metin ile varmaya çalıştığım sonuç, Türkiye’nin mevcut ceza hukuku sistemini tamamen değiştirip, başka bir sisteme geçiş yapması şeklinde iddialı bir öneri sunmak değildir. Bu metnin temel amacı, halihazırda yaklaşık 30 yıldır uygulama alanı bulan, çeşitli handikaplarına rağmen caydırıcılık gücü verilerle ispatlanmış California’daki “üç ihlal yasası” yahut benzeri bir sistemin Türkiye’ye adaptasyonunun mümkün olup olamayacağı tartışmasını başlatmaktır. Özetle, bu ve benzeri sistemlerin sorunlarından arındırılarak (i) suçla mücadele konusunda farklı somut yaklaşımlar geliştirilmesi, (ii) bu bağlamda uygulanabilir bir model oluşturulup oluşturulamayacağının incelenmesi, (iii) geliştirilecek modelin Türkiye’nin özgün koşullarına uyarlanabilirliginin değerlendirilmesi ve (IV) bu girişimin olası fayda ve zararlarının analiz edilmesi üzerine yapılacak daha kapsamlı çalışmalara öncülük edilmesi amaçlanmaktadır.
KAYNAKÇA
Anadalu Ajansı, “Erdoğan: Devlete karşı işlenen suçlar için af yetkisi olabilir”, (23.09.2018)
https://tr.euronews.com/2018/09/23/erdogan-devlete-karsi-islenen-suclar-icin-af-yetkisi-olabilir
Anusua Datta, “California’s Three Strikes Law Revisited: Assessing the Long-Term Effects of the Law”, (2017) 45(1) International Atlantic Economic Society
Cesare Beccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında Çev.: Sami Selçuk (Ankara, 2013)
David Harvey, “Editorial: A Breakfast Vision” (1989) 3(1) Geographical Review
Ece Çetin, “Cezanin Amaçlari İyi Bir Cezada Bulunmasi Gerekli Nitelikler”, (2020) İzmir Barosu Dergisi, 291-327.
Eurostat, “EU Prisons in 2021: Populations & Overcrowding”, 12.05.2023, https://ec.europa.eu/eurostat/web/products-eurostat-news/w/ddn-20230512-2
Kimberly Wells, The Public’s Perception and Ascribed Beliefs Regarding California’s Three-Strikes Law: The Long-Term Implications (Alliant International University ProQuest Dissertations & Theses, 2012)
Mert Hüseyin Akgün, (2024), ‘”Cezasızlık Algısı’ ve ‘Cezalandırma’ Üzerine”, Kriter, 95. Sinan Kocaoğlu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Ölçülülük İlkesi Açısından İrdelenmesi, (Ankara 2020)
[1] Eurostat, “EU Prisons in 2021: Populations & Overcrowding”, 12.05.2023, https://ec.europa.eu/eurostat/web/products-eurostat-news/w/ddn-20230512-2 (Erişim Tarihi 21.12.2024)
[2] Anadalu Ajansı, “Erdoğan: Devlete karşı işlenen suçlar için af yetkisi olabilir”, (23.09.2018)
https://tr.euronews.com/2018/09/23/erdogan-devlete-karsi-islenen-suclar-icin-af-yetkisi-olabilir (Erişim Tarihi: 27.12.2024)
[3] Hangi suçlar için hangi oranda ceza artırımına gidildiğine yönelik örnekler için bknz. Mert Hüseyin Akgün, (2024), ‘”Cezasızlık Algısı’ ve ‘Cezalandırma’ Üzerine”, Kriter, 95.
[4] Sinan Kocaoğlu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Ölçülülük İlkesi Açısından İrdelenmesi, (Ankara, 2020) s.30.
[5] Cesare Beccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında Çev.: Sami Selçuk (Ankara, 2013)
[6] Kimberly Wells, The Public’s Perception and Ascribed Beliefs Regarding California’s Three-Strikes Law: The Long-Term Implications (Alliant International University ProQuest Dissertations & Theses, 2012)
[7] Ece Çetin, “Cezanin Amaçlari İyi Bir Cezada Bulunmasi Gerekli Nitelikler”, (2020) İzmir Barosu Dergisi, 291-327.
[8] Anusua Datta, “California’s Three Strikes Law Revisited: Assessing the Long-Term Effects of the Law”, (2017) 45(1) International Atlantic Economic Society, p. 226.
[9] Anusua Datta, “California’s Three Strikes Law Revisited: Assessing the Long-Term Effects of the Law”, (2017) 45(1) International Atlantic Economic Society, p. 227.
[10] Anusua Datta, “California’s Three Strikes Law Revisited: Assessing the Long-Term Effects of the Law”, (2017) 45(1) International Atlantic Economic Society, p. 228.
[11] David Harvey, “Editorial: A Breakfast Vision” (1989) 3(1) Geographical Review, p.1.