Uluslararası Hukuk: Gerçek Mi, Yanılsama Mı?

Bugünkü yazım, iki alışılmadık özelliğe sahip.

Birincisi, bu yazı bir kitap tanıtımından ibaret. Alışılmadık yanı ise, bu kitabın kendi eserim olması. Bu metnin ikinci alışılmadık tarafı ise, kitabın tamamını tek bir blog yazısında paylaşacak olmam; çünkü kitap yalnızca bir blog metni uzunluğunda.

Neden böyle bir işe giriştiğimi ise, yine kitap kadar kısa olan önsözde açıklıyorum.

Not: Bu eserden elde edilen gelirlerin tamamı Filistinli çocuklara bağışlanacaktır.

ÖNSÖZ      

Uluslararası hukuk sisteminin büyük bir yanılsama üzerine kurulduğunu görebilmek için aslında ihtişamlı anlatılara, hacimli kitaplara ya da diplomatik yaldızlara gerek yoktur. Bazen tek bir fotoğraf karesi bile bu yanılsamayı görmek için yeterlidir. Bugün soykırım suçunun baş sorumlusu olan Netanyahu, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nde, Amerikan halkının sözde temsilcileri tarafından dakikalarca ayakta alkışlanıyorsa, orada uluslararası hukukun varlığındansöz etmek mümkün değildir.  

Bu eser, Filistin’de yok oluşa direnen bir halkın sesine küçük de olsa katkı sunabilmek için kaleme alınmıştır. Bilinçli olarak kısa tutulmuştur. Ancak elinizde tuttuğunuz ve yalnızca birkaç sayfadan oluşan bu kitap, uluslararası hukuk alanında yapılmış en kısa çalışma olsa da, hukuk literatüründe yazılmış en kısa eser değildir. İlhamımı aldığım “en kısa hukuk kitabı”, Veliaht Prens Alois imzasıyla yayımlanan Liechtenstein Maritime Law’dur (Lihtenştayn Deniz Hukuku).

Denize kıyısı olmayan nadir ülkeler arasında yer alan Lihtenştayn’da deniz hukuku da olamayacağını ifade etmek için yazılan ve tek bir paragraftan ibaret olan bu ikonik eser şöyle başlar ve biter:

Lihtenştayn’da deniz hukuku yoktur. Ülkede bir gemi sicili tutulmaz ve Lihtenştayn bayrağı altında yabancı ya da uluslararası sularda seyir yapmak mümkün değildir. Prenslik, Avrupa Ekonomik Alanı’nın bir parçası olduğundan, tek bir gemi dahi kayda alınacak olsa binlerce sayfalık AB mevzuatını uygulamak zorunda kalacaktır. Hükümet ise bu zahmete girmemeyi tercih etmiştir. Lütfen bu çalışmanın geri kalan sayfalarını bir not defteri olarak kullanınız.

İşte elinizde tuttuğunuz bu kitap da aynı sadelikle kaleme alınmıştır. Siz de değerli okurlar, bu eserin bundan sonraki kısmını;

1. Kişisel bir not defteri olarak kullanabilir,
2. “Uluslararası hukuk bir yanılsamadan ibarettir” yönündeki argümanımı çürütmeye yönelik düşüncelerinizi kaleme almak için bir platform olarak değerlendirebilir,
3. Uluslararası hukukla ilgilenen bir yakınınıza armağan edebilir,
4. Yahut varlığı tartışmalı bir hukuk dalı hakkında kaleme alınmış ve kapağında soykırımın baş sorumlusunun fotoğrafı olan bir eserin kitaplıkta olmayı hak etmediğini düşünen okurlarımız, bu eseri nihale olarak kullanabilirsiniz.

   Muhammet Derviş Mete

Edinburgh – 1 Eylül 2025

 

ULUSLARARASI HUKUK: GERÇEK Mİ, YANILSAMA MI?

Uluslararası hukuk, etkinliği sıklıkla sorgulanan bir hukuk dalıdır. Temel hukuk prensiplerinden olan genellik, bağlayıcılık ve uygulanabilirlik, uluslararası hukukta tam anlamıyla karşılık bulmamaktadır (Koskenniemi, 2006). Bu bağlamda, ne evrensel anlamda bağlayıcı bir yasa düzeni mevcuttur, ne de bu yasaları ihlal eden aktörleri yargılayabilecek güçlü bir uygulama mekanizması vardır. Uluslararası hukukun etkinliğinin ve hatta varlığının sorgulanmasına sebebiyet veren faktörlere biraz daha yakından bakalım.        

1. Yaptırım Sorunu

Hukuk, yalnızca normların varlığıyla değil, bu normların ihlali halinde etkili bir uygulama mekanizmasının bulunmasıyla ancak adalete hizmet edebilir (Hart, 1961). İtalyan ceza hukukçusu Cesare Beccaria’nın da ifade ettiği üzere, suçu önleyen faktör cezanın zalimane olması değil, failin cezasını çekeceği hususunda toplumda bir şüphe bulunmamasıdır (Beccaria-Çev: Sami Selçuk, 2013). Ne yazık ki uluslararası hukukta böyle bir mekanizma bulunmamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası hukuk düzeni; insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve soykırım suçu gibi ağır insan hakları ihlallerini önlemeyi amaçlamıştır (Birleşmiş Milletler, 1948; Roma Statüsü, 1998). 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 1977 tarihli ek protokolleri silahlı çatışmalarda mağdurların korunmasını amaçlayan konvansiyonlar ve protokoller olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak uluslararası hukuk düzeni,hem önleme hem de yaptırım uygulama konularında ciddi bir başarısızlık örneğidir. Ruanda (1994), Srebrenitsa (1995), ve Darfur (2003) gibi trajedilerde uluslararası hukukun çaresizliği dikkat çekicidir. Bu durum yalnızca geçmişte kalmamış, bugün Gazze’de yaşananlara karşı da benzer bir kayıtsızlık görülmektedir (Birleşmiş Milletler Özel Raportörü, 2024).      

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), ciddi suçlarla mücadelede kısmen bir rol oynamakla birlikte, sadece “küçük balıklar” olarak nitelendirilen Afrika ülkelerinin peşinden gidebildiği gerekçesiyle uzun yıllar boyunca hep eleştirilerin hedefinde yer almıştır (O’Brien, 2012). Afganistan’da Taliban rejimi ve Amerikan askerleri hakkında açılan soruşturma dosyalarının, ABD’nin baskısı sonucu kapatılması (UCM, 2021), mahkemenin en temel işlevini bile siyasi baskılar karşısında yitirdiğini ortaya koymuştur. “Adaletin tecellisine hizmet etme” kriterini karşılamadığı gerekçesiyle kapatılan Afganistan dosyası bize, bu kriterin aslında mahkemenin uygulama imkânının olmadığından emin olduğu dosyalar hakkında karar vermekten kaçındığını, başka bir ifadeyle prestijini kaybetmemek için insanlık onuruna karşı işlenen suçlara karşı elinin kolunun bağlı olduğu gerçeğini kabul ettiğini göstermektedir (Schabas, 2017). Uluslararası Ceza Mahkemesi belki de tarihinde ilk kez büyük bir balığın peşine düşmüş ve soykırımcı Netenyahu’nun tutuklanması yönünde karar vermiştir ancak bu kararını uygula(t)mayı başaramamıştır. Ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararları bağlayıcılığını etkin biçimde gösterebilmekte, ne de UCM kararları güçlü devletlerin muhalefeti söz konusu olduğunda hayata geçirilebilmektedir.  

2. Çifte Standart ve Siyasal İrade Eksikliği

Uluslararası hukuk, güçlü devletlerin hukuk dışı eylemlerine karşı adım atsa da bu adımlar çoğu zaman güçlülerin çifte standartlı yaklaşımları nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali sonrası uygulanan siyasi, ekonomik ve kültürel yaptırımlar, hukukun evrensel ve bağlayıcı olduğunu savunan çevrelerce memnuniyetle karşılanırken; İsrail’in Gazze’deki saldırıları ve işgali konusunda aynı refleksin gösterilmemesi dikkat çekicidir (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararı: ES-10/22, 2023). Uluslararası Adalet Divanı’nın 2024 yılında İsrail hakkında vermiş olduğu ihtiyati tedbir kararı (Uluslararası Adalet Divanı, 2024), pek çok Batılı devlet tarafından ya görmezden gelinmiş ya da etkisiz bırakılmıştır.    

Bu çifte standardın yalnızca devletler düzeyinde değil, akademi ve medya gibi bilgi üretim merkezlerinde de kendini gösterdiği açıktır. İsrail’e yönelik eleştiriler çoğu zaman antisemitizm suçlamalarıyla bastırılmakta; İsrail’in insanlık dışı politikalarını protesto eden akademisyenler ve talebeler gözaltına alınmakta, işlerini kaybetmekte ve sınır dışı edilmektedirler (İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2024). Yayıncılık dünyasında da bu konuda yapılmış çalışmaların çeşitli yollardan sansürlendiği örnekler her geçen gün artmaktadır (Fúnez-Flores, 2024).    

3. Kavramsal Yozlaşma

Uluslararası hukuk yalnızca normlar bütünü değil, aynı zamanda kavramlar üzerinden inşa edilen bir meşruiyet rejimidir. Ancak bu kavramsal çerçeve, zamanla egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda esnetilmekte, yeniden tanımlanmakta ve hatta ters yüz edilmektedir. Bu süreçte, mülkiyet ihlalinin faili olan yağmacı, yerleşimci adını almakta; meşru müdafaa ilkesi, saldırgan eylemleri meşrulaştıran “önleyici vuruş” doktriniyle yer değiştirmektedir. Benzer şekilde, soykırım, “savaş” olarak yeniden adlandırılırken; sistematik asimilasyon, yurtsuzlaştırma ve tehcire zorlama ise meşru müdafaa kılıfı altında sunulabilmektedir.  

Kavramların bu şekilde aşındırılması ve ters yüz edilmesi yalnızca dilsel bir tahrifat değil, aynı zamanda hukukun temel prensiplerinin ve hak arama yollarının da içinin boşaltılması anlamına gelir. İspat yükü mağdura yüklenerek sistem yeniden kurgulanmakta; işgalci güçler meşru müdafaa hakkı iddiasında bulunabilirken, toprağını ve varlığını korumaya çalışanlar “terörist” olarak yaftalanmaktadır. Netenyahu’nun Amerikan kongresinde “Gazze’de sivil kaybı minimize ettikleri ve Rafah’ta hiçbir sivile zarar vermedikleri” yönündeki söylemi; çocuk, kadın, hasta ve yaşlı ayrımı yapmaksızın Gazze’de yaşayan Filistin halkının tamamını terörist olarak gördüklerinin bir itirafıdır (Saifi, 2024).  

4. Savaş mı, Soykırım mı?    

Uluslararası hukuk çerçevesinden yapılan değerlendirmelerde, Gazze’de yaşananların “soykırım” olduğu üzerinde bir ihtilaf söz konusu değildir. 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi, bir topluluğun tamamını ya da bir kısmını yok etmeye yönelik niyet ve eylemleri açıkça soykırım suçu olarak tanımlar (Birleşmiş Milletler Soykırım Konvansiyonu, 1948). İsrail’in sivil yerleşim alanlarını, hastaneleri, okulları ve yardım kuruluşlarını hedef alması, Gazze halkının temel yaşam gereksinimlerine erişimini sistematik olarak engellemesi ve sivilleri açlığa ve susuzluğa mahkûmederek yok etme yönündeki eylemleri ve politikaları yalnızca bir savaş hali değil, planlı bir soykırım iradesinin varlığına işaret etmektedir (Uluslararası Adalet Divanı, 2024).        

Bu durumu yalnızca bir “İsrail-Hamas savaşı” olarak nitelendirmek hem hukuken hem de ahlaken doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü taraflardan biri devlet gücüne ve uluslararası korumaya sahipken, diğer taraf ise yaşama hakkı, barınma hakkı, beslenme ve temiz suya erişim hakkı, eğitim hakkı gibi en temel insani ihtiyaç ve hakları bile elinden alınan, kuşatma altında yaşam mücadelesi veren bir halktır. Askeri, ekonomik ve politik olarak aralarında çok büyük bir asimetri bulunan bu iki gücün savaştığından söz edilemez. Soykırım nedeniyle çaresiz ve aciz bir görüntü çizen uluslararası hukuk, karar alma ve aldığı kararları uygulama gücünden mahrum kaldığı sürece yalnızca güçlü devletlerin hukuku olmaya devam edecektir.

5. Hukukun Evrenselliği ile Gücün Gerçekliği Arasında

Hukukun evrenselliği, tüm devletlerin eşit sorumluluk ve yükümlülüklere tabi olduğu varsayımına dayanır. Ne var ki, uluslararası sistemde bu ilke çoğu zaman güç sahiplerinin çıkarları doğrultusunda esnetilmekte ya da askıya alınmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, yalnızca İsrail’in eylemlerini korumakla kalmayıp, bu korumayı yasalaştırarak İsrail’i eleştirmeyi ya da boykot etmeyi fiilen suç hâline getirmektedir (Anti-Boykot Yasası, 2021). ABD eyaletlerinin büyük kısmında yasalaşmış olan “anti-boykot” yasası, İsrail hükümetlerine güçlü bir koruma zırhı sağlamaktadır.  

Barışçıl bir yol olan ve kanaat hürriyetinin bir tezahürü şeklinde değerlendirilmesi gereken boykot hakkının kullanılmasının önüne geçebilmek amacıyla hem sivil hukukta hem de ceza hukukunda oldukça caydırıcı tedbirler öngörülmektedir. İsrail’i boykot eden bir şirketin ABD sınırları içerisinde kamu ihalelerine girmesi mümkün değildir. Arkansas eyaletinde, İsrail’i boykot etmeyeceğine dair taahhüt vermeyi reddeden bir işletmenin kamu kurumlarıyla sözleşme yapmasını engelleyen yasa, yargıya taşınmış; ancak eyalet mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına hükmederek ifade özgürlüğü açısından son derece tartışmalı bir karara imza atmıştır. (Times v. Waldrip (8th Circuit, 2022)) Sadece tüzel kişiler değil, gerçek kişiler de İsrail’i boykot etmeye kalkışmaları durumunda 20 yıla kadar hapis cezası yaptırımı ile karşılaşabilmektedirler.        

Benzer şekilde ABD’de, İsrail’in eleştirilmesini engellemek için yasal düzenlemeler mevcuttur. Belirtmek gerekir ki ABD vatandaşlarını, kendi hükümetlerini ve devletlerini eleştirmekten alıkoyan bir yasa yoktur. Anayasasının ilk maddesi (first amendment) ile kanaat hürriyetini koruma altına alan bir ülke vatandaşlarının kendi ülkelerini dilediğince eleştirebildikleri, yine kendi ülkeleri ve liderleri hakkında eleştiri sınırını aşan ve hatta hakarete varan söylemlerin dahi kanaat hürriyeti kapsamında değerlendirildiği bir ülkede, bir başka ülkenin eleştirilmesinin anayasaya açıkça aykırı olan bir yasa ile engellenmesi, her şeyden önce o ülkenin egemenliğine yönelik soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir.

6. Sonuç: Uluslararası Hukuk Bir Yanılsama mı?

Uluslararası hukuk, ideal olarak evrensel barış ve adaleti sağlama amacı güder. Ancak bu amacın gerçekleşmesi, yalnızca kurumsal yapıların varlığına değil, aynı zamanda bu yapıların tarafsızlık ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda hareket edebilmesi ve yaptırım gücüne sahip olmasına bağlıdır. Günümüz pratiği, bu üç kriterin hiçbirinin uluslararası hukukta tutarlı bir şekilde var olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla mevcut hâliyle uluslararası hukuk, bir normatif yanılsamadan, bir tür hukuki illüzyondan ibarettir.

Gazze’de yaşanan trajediyi öncekilerden ayıran en önemli unsur, bu trajediyi canlı olarak tüm insanlığın izlediği gerçeğinde yatmakta. İletişim çağında, dünyada nüfus yoğunluğunun belki de en fazla olduğu bir bölgede ve sivil-savaşan ayrımı yapılmaksızın gece gündüz bombalanan bu coğrafyada yaşanan trajediye rağmen soykırımcı Netanyahu ve kabinesi, batılı ülkelerce başkonuk olarak ağırlanmakta, bu ülkelerin meclislerinde ayakta alkışlanmaktadır.

Soykırım ilk kez karşılaştığımız bir suç değil. Bugünün soykırımcısı İsrail; fazla değil, bir insan ömrüne tekabül eden zaman öncesinde, tarihin en acımasız zulmünün mağdur tarafıydı. İnsanlık tarihi, insanlık onurunu hiçe sayan suç ve suçluların da tarihidir. Yaklaşık 30 sene önce Ruanda’da 100 gün içerisinde yaklaşık 900.000 Tutsi, Hutular tarafından katledildi (Uvin, 2003). Ancak bu suçların işlendiği dönemde kitle iletişim araçlarının yeterince gelişmemiş olması, bu suçlar işlendikten çok sonra dünyanın bu barbarlıklardan haberdar olmasına sebebiyet vermişti. Bugün ise Gazze halkı, tüm dünyanın gözü önünde soykırıma uğramakta.  

Nasıl ki soykırım ilk kez karşılaştığımız bir suç değil, uluslararası hukukun varlığına yönelik eleştiriler de ilk kez dile getirilmiyor. Ancak Gazze’yi yine farklı kılan, uluslararası hukukun belki de ilk kez bu kadar âciz bir görüntü çizmesi. Hukuki güvenliğin olmadığı, yargı kararlarına saygı duyulmayan, yargıç ve savcıların o ülke iktidarınca tehdit edilip gözdağı verilebildiği, kanaat hürriyetinin korunmadığı, vatandaşların can, mal ve hürriyetlerinden emin olmadıkları ülkeler için nasıl ki rahatlıkla o ülkelerin hukuk devleti olmadıkları eleştirisini yapabiliyorsak, aynı sorunlarla karşılaşan uluslararası hukuku neden benzer bir eleştiriden muaf tutalım?

Uluslararası hukukun varlığının sorgulanmasına en şiddetli tepki yine uluslararası hukukçulardan gelmektedir. Sorunun adı konulmaksızın sorunun çözümüne katkı sunmak mümkün müdür? Hukuk devleti niteliklerine sahip olmayan bir ülkede hukukun olmadığı yönünde en ciddi eleştiriler o ülkedeki hukukçulardan gelirken, uluslararası hukuk mevzubahis olduğunda, neden uluslararası hukukçular, uluslararası hukukun mevcudiyetine yönelik sorgulamaları ve tenkitleri duymaya bile tahammül edememektedirler?

Hukuka herkesin ihtiyacı vardır ancak bilhassa ve en çok da güçsüzler, ezilenler, hor görülenler, hakları ihlal edilenler hukuka sarılmak isterler. Suçları önleme ve suçlulara yaptırım uygulama kabiliyeti ve gücü olmayan bir hukuk alanının varlığı (var olduğu sanrısı), en çok da bu hukuk dalını ihlal edenlerin çıkarları ile örtüşüyor olabilir mi? Başka bir ifadeyle soracak olursak, uluslararası hukuk, hakları ihlal edilenleri dizginlemek, küçük bir ihtimal dahi olsa mağdurların “hukuk dışı çözümlere” yeltenmelerini engellemek ve umutlarını meşru araçlara bağlamalarını garanti altına almak için hukuku çiğneyenlerce kullanılan bir başka silah olabilir mi?  

Uluslararası hukukun mevcut olduğu ancak gücünü sınırlandıran aktörler ve faktörler nedeniyle kendisinden bekleneni veremediği yanılsamasından, uluslararası hukukun herkese uygulanamayışı (genellik ilkesi), üye olmayan devletlere karşı yaptırım gücünden yoksun oluşu (bağlayıcılık ilkesi) ve mahkeme kararlarını uygulayabilecek mekanizmalara sahip olmaması nedeniyle (uygulanabilirlik ilkesi), belki de bu hukuk dalının mevcut olmadığı yönünde bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır.    

Kaynakça    

ACLU (2021). Anti-Boycott Laws and Free Speech. https://www.aclu.org

Beccaria C, Suçlar ve Cezalar Hakkında Çev.: Sami Selçuk (Ankara, 2013)

Fúnez-Flores, J.I. (2024). ‘The Coloniality of Academic Freedom and the Palestine Exception’Middle East Critique 33(3): The Academic Question of Palestine, 465-484.

Hart, H.L.A. (1961). The Concept of Law. Oxford University Press.

ICC (2021). Situation in the Islamic Republic of Afghanistan: Appeals Chamber Decision. International Criminal Court.

ICJ (2024). Application of the Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide in the Gaza Strip (South Africa v. Israel): Order on Provisional Measures.

Koskenniemi, M. (2006). From Apology to Utopia: The Structure of International Legal Argument. Cambridge University Press.    

O’Brien, M. (2012) ‘Prosecutorial Discretion as an Obstacle to Prosecution of United Nations Peacekeepers by the International Criminal Court: The Big Fish/Small Fish Debate and the Gravity Threshold’ Journal of International Criminal Justice, 10(3), 525–545.

Rome Statute (1998). Establishing the International Criminal Court. United Nations Treaty Series, vol. 2187.

Saifi, Z. (2024). Fact-checking Israeli Prime Minister Benjamin Netanyahu’s address to Congress (25.07.2024) https://edition.cnn.com/2024/07/24/politics/fact-check-netanyahu-congress-address

Schabas, W. (2017). An Introduction to the International Criminal Court. Cambridge University Press.

Times LP v. Waldrip, et al., 37 F. 4th 1386, 1390, 1394 (8th Cir. 2022)

UN (1948). Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide.

UNGA Resolution ES-10/22 (2023). On the Protection of Civilians in Gaza.

UN Special Rapporteur on the Situation of Human Rights in the Palestinian Territories (2024). Report on Atrocity Crimes in Gaza.    

Uvin, P. (2003). Reading the Rwandan Genocide, International Studies Review, 3(3), Fall 2001, 75–99.

Kapak fotoğrafları, Getty Image fotoğraf kütüphanesinden alınmış olup, Associate Press mensubu gazeteci J. Scott Applewhite, Bloomberg mensubu gazeteci Ting Shen ve Anadolu Ajansı mensubu gazeteci Ali Jadallah tarafından çekilmiştir.      

2

Muhammet Dervis Mete
Muhammet Dervis Mete
1989 yılında Erzurum'da doğan Av. Muhammet Derviş Mete, 2008 yılında başladığı ODTÜ Ekonomi Bölümü’ndeki eğitimini bırakarak, 2014 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Üniversite giriş sınavında Türkiye genelinde ilk 10’a girerek "Başbakanlık İlk 100 Derece Bursu" ve "İş Bankası Yılın Altın Öğrenci Ödülü" gibi prestijli burs ve ödüllerin sahibi olmuştur. 2018 yılında Durham Üniversitesi’nde (İngiltere) yüksek lisans derecesini tamamlayan Mete, 2020 yılında Avrupa Komisyonu’nun sağladığı Jean Monnet Bursu ile Leiden Üniversitesi’nde (Hollanda) ikinci yüksek lisans eğitimini bitirmiştir. Halen Edinburgh Üniversitesi’nde (İskoçya) anayasa hukuku alanında doktora çalışmalarını sürdürmektedir. 2016 yılı itibariyle Balıkesir Barosu’na kayıtlı olan Mete, İngilizce ve temel düzeyde Arapça bilmektedir.

Diğer Yazılar

İlgili Yazılar

Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raporu: Bulgular ve Öneriler

Giriş Dünyanın gözleri önünde, canlı yayında bir milletin soykırımına tanıklık ettiğimiz bu günlerde başka bir mesele hakkında yazıp çizmek...

Satranç ve Devlet Aklı

"Oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya konur." Alexander Puşkin'e ait olan bu sözü, itiraf edelim Kurtlar Vadisi...

“Bu Ülke” Uğruna Feda Edilmiş Gözler: Cemil Meriç

Giriş    Godfather ya da Hababam Sınıfı... Defalarca izlememize rağmen, denk geldikçe yine izleriz. Bazı filmler nasıl ki eskimez...

“Demokrasi Yolunda” Mücadeleye Adanmış Bir Ömür: Ali Fuad Başgil

Giriş:           Bundan 15 sene evvel, Ankara Hukuk’taki tahsilim sırasında, haftalık okumalar yapmak maksadıyla kurmuş olduğumuz Sahaf Sever Kitap...

Yeni Dünya Düzeni: Liberal Otokrasi (Bırakınız Yapsınlar)

Giriş               İfade özgürlüğü, Ordinaryüs Profesör Ali Fuad Başgil’in ifade ettiği şekliyle, özgürlüklerin en değerlisidir ama tarih boyunca en büyük...

Batı’nın Şımarık Çocuğu İsrail ve Küresel Ölçekte Demokrasinin Erozyon...

Giriş: Eski bir Sovyet fıkrasına göre, Amerikan Anayasası ile Sovyet Anayasası arasındaki fark sorulduğunda şu yanıt verilir: Sovyet...

Müzakereci Anayasa, Bilinmezlik Perdesi ve Kurban Bayramı Üzerine Notlar

Giriş İlk bakışta birbirleriyle herhangi bir ilgisi yokmuş gibi görünen bu üç kavramın nasıl ve neden bir araya geldiğini...

California Üç İhlal Yasası (Three Strikes Law) ve Türk...

Gazetelerin üçüncü sayfaları, suç kayıtları kabarık olan kişilerin işledikleri yeni suçların haberleriyle dolu. Bir kaç örnekle başlayalım. “Ümraniye'de...