I. GİRİŞ
Türkiye’de Kürt meselesi, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren farklı siyasal dönemlerde farklı kavramsal çerçeveler içinde ele alınmış; kimi zaman güvenlik eksenli bir “asayiş sorunu”, kimi zaman demokratikleşme bağlamında bir “hak ve özgürlükler meselesi”, kimi zaman ise etnik temelli bir siyasal sorun olarak tartışılmıştır (Gözler, 2020; Özbudun, 2018). Bu çok katmanlı yapı, meseleyi yalnızca sosyolojik veya siyasal bir tartışma konusu olmaktan çıkararak, doğrudan anayasa hukuku ve insan hakları hukuku alanına yerleştirmektedir. Özellikle üniter devlet yapısı, resmî dil düzenlemesi, eşitlik ilkesi ve hukuk devleti kavramı etrafında şekillenen tartışmalar, Kürt meselesini Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın kurucu normlarıyla doğrudan temas hâline getirmiştir. Bu nedenle Kürt meselesine ilişkin her siyasal çözüm önerisi, kaçınılmaz olarak anayasal meşruiyet ve uluslararası insan hakları yükümlülükleri bakımından değerlendirilmek zorundadır (Teziç, 2016).
2024–2025 döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Kürt meselesinin ve PKK terörüyle bağlantılı sürecin yeniden ele alındığı yeni bir siyasal ve anayasal momenti temsil etmektedir. Komisyonun kuruluş biçimi, kanunla değil TBMM Başkanlığı inisiyatifiyle oluşturulmuş olması nedeniyle meşruiyet tartışmalarına konu olmuş; ancak TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin tamamının komisyona katılması ve kapsamlı raporlar sunması, bu süreci anayasal siyaset bakımından dikkate değer kılmıştır. Bu çalışma, söz konusu komisyona özellikle Kürt seçmen tabanına hitap eden DEM Parti ve HÜDAPAR tarafından sunulan raporları karşılaştırmalı olarak incelemektedir. Çalışmanın amacı, raporların siyasal tercihlerinden ziyade, hukuki ve anayasal sonuçlarını ortaya koymak; her iki raporun Kürt meselesini tanımlama biçimi, şiddet ve terör kavramına yaklaşımı, çözüm önerileri ve anayasal rejimle kurduğu ilişkiyi Türk Anayasası, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemi çerçevesinde değerlendirmektir.
Bu bağlamda çalışma şu sorulara yanıt aramaktadır:
II. KURAMSAL VE HUKUKİ ÇERÇEVE
A. Terör, Siyasal Sorun ve Anayasal Düzen
Modern anayasal demokrasilerde terör, yalnızca bir şiddet biçimi değil; doğrudan anayasal düzeni hedef alan, siyasal amaçlı ve örgütlü bir suç tipi olarak tanımlanmaktadır. Türk hukukunda terör kavramı, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, anayasal düzenini ve temel hak ve özgürlükleri hedef alan cebir ve şiddet eylemleri olarak düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi, terörü demokratik hukuk devletine yönelmiş en ağır tehditlerden biri olarak tanımlamakta; ancak terörle mücadelenin dahi hukuk devleti ilkeleriyle sınırlı olması gerektiğini vurgulamaktadır (AYM, 2014). Bu yaklaşım, terörle mücadele ile temel hakların korunması arasında bir hiyerarşi değil, anayasal denge kurulmasını öngörmektedir.
AİHM içtihadı da benzer bir çizgi izlemekte; siyasal talepler ile şiddeti kesin biçimde ayırmaktadır. Mahkeme, terörü veya şiddeti meşrulaştıran söylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunamayacağını, demokratik toplum düzeninin bu tür söylemleri tolere etmek zorunda olmadığını açıkça belirtmektedir (Zana v. Turkey, 1997; Sürek v. Turkey (No. 1), 1999) Bu nedenle Kürt meselesinin “siyasal bir sorun” olarak ele alınması ile terör olgusunun normatifleştirilmesi arasında anayasal ve hukuki açıdan aşılması mümkün olmayan bir sınır bulunmaktadır.
B. Hukuk Devleti, Güvenlik ve Ölçülülük
Hukuk devleti ilkesi, devletin güvenliği sağlama yetkisini hukukla sınırlı biçimde kullanmasını, temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahalelerin ölçülü ve zorunlu olmasını gerektirir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM, güvenlik gerekçesiyle temel hakların sürekli ve sistematik biçimde sınırlandırılmasını demokratik toplum düzeniyle bağdaşmaz bulmaktadır (Varnava and Others v. Turkey, 2009). Bu bağlamda Kürt meselesine ilişkin devlet politikaları, sıklıkla “güvenlik devleti” ile “hukuk devleti” anlayışları arasındaki gerilim üzerinden şekillenmiştir (Teziç, 2016). Bu gerilim, siyasi parti raporlarının anayasal analizinde temel referans noktalarından birini oluşturmaktadır.
III. GEÇİŞ DÖNEMİ ADALETİ VE CEZASIZLIK YASAĞI
Geçiş dönemi adaleti, silahlı çatışma veya otoriter rejimler sonrasında toplumsal barışın sağlanması amacıyla geliştirilen hukuki ve kurumsal mekanizmaları ifade eder (Teitel, 2000). Ancak AİHM içtihadına göre geçiş dönemi adaleti, ağır insan hakları ihlallerine karışmış kişilere yönelik genel ve ayrım gözetmeyen afları meşrulaştıran bir araç değildir. Özellikle yaşam hakkı (AİHS m.2) ve işkence yasağı (AİHS m.3) bağlamında devletlerin etkili soruşturma ve cezalandırma yükümlülüğü bulunmaktadır. Mahkeme, bu yükümlülüklerin ihlal edilmesini cezasızlık olarak nitelendirmekte ve demokratik hukuk devletiyle bağdaşmaz bulmaktadır (Marguš v. Croatia, 2014). Bu ilke, DEM Parti ve HÜDAPAR raporlarının çözüm önerilerinin değerlendirilmesinde belirleyici bir hukuki ölçüt oluşturmaktadır
IV. DEM PARTİ RAPORUNUN ANALİZİ
A. Sorunun Tanımlanması: Kurucu Eşitsizlik ve Anayasal Kopuş Tezi
DEM Parti tarafından TBMM Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na sunulan rapor, Kürt meselesini klasik anlamda bir “terör sorunu” ya da yalnızca demokratikleşme eksikliği olarak değil; mevcut anayasal düzenin ürettiği kurucu bir eşitsizlik olarak tanımlamaktadır (DEM Parti, 2025). Rapora göre Kürtlerin yaşadığı sorunlar, anayasanın üniter devlet yapısı, resmî dil düzenlemesi ve ulus-devlet anlayışının kaçınılmaz bir sonucudur.
Bu yaklaşım, sorunun kaynağını anayasal normların uygulanmasında değil, bizzat anayasanın normatif içeriğinde bulmaktadır. Türk Anayasa hukukunda bu tür talepler, kurulu iktidarın yetki alanını aşan asli kurucu iktidar iddiaları olarak değerlendirilir (Gözler, 2020). Anayasa Mahkemesi içtihadında, anayasanın 1–3. maddeleriyle güvence altına alınan devletin şekli, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve resmî dil düzenlemesi, anayasal kimliğin çekirdeği olarak kabul edilmiştir. Bu hükümlerin dolaylı biçimde dahi etkisizleştirilmesi, anayasal meşruiyet sınırlarının aşılması anlamına gelmektedir (AYM, 2014).
B. Şiddet ve Terör Olgusu: Normatif Belirsizlik ve Meşrulaştırma Sorunu
DEM Parti raporunun en tartışmalı yönü, şiddet ve terör kavramına yaklaşımıdır. Raporda PKK’nın silahlı faaliyetleri açık biçimde “terör” olarak nitelendirilmemekte; aksine bu faaliyetler tarihsel bir “başkaldırı süreci” ve hatta belirli ölçüde “hukuk kurucu” bir pratik olarak sunulmaktadır (DEM Parti, 2025).
Bu yaklaşım, demokratik anayasal düzenlerde kabul edilen şiddetin mutlak gayrimeşruluğu ilkesiyle bağdaşmamaktadır. AİHM, siyasal bağlamı ne olursa olsun şiddeti meşrulaştıran veya teşvik eden söylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunamayacağını açıkça ortaya koymuştur (Zana v. Turkey, 1997; Sürek v. Turkey (No. 1), 1999).
Ayrıca Habermas’ın da vurguladığı üzere, modern anayasal demokrasilerde hukukun meşruiyeti, rızaya ve müzakereye dayanır; şiddet, hukuk kurucu değil, hukuku tahrip edici bir araçtır (Habermas, 1996). Bu nedenle DEM Parti raporunda şiddetin tarihsel olarak normatifleştirilmesi, anayasal meşruiyet bakımından ciddi bir kopuş yaratmaktadır.
C. Çözüm Önerileri: Barış Yasası ve Cezasızlık Riski
DEM Parti raporunda önerilen temel çözüm aracı, kapsamlı bir “demokratik entegrasyon” veya “barış yasasıdır” Raporda, terör kavramına yer verilmemesi, suçlu–suçsuz ayrımı yapılmaması ve silahlı faaliyetlere katılmış kişilerin tamamının onurlu biçimde toplumsal ve siyasal hayata katılmasının sağlanması öngörülmektedir (DEM Parti, 2025).
Bu yaklaşım, geçiş dönemi adaleti kavramının sınırlarını aşmaktadır. AİHM’e göre yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi çekirdek haklara ilişkin ağır ihlallerde devletlerin etkili soruşturma ve cezalandırma yükümlülüğü bulunmaktadır. Genel ve ayrım gözetmeyen aflar, bu yükümlülüklerle bağdaşmamaktadır (Marguš v. Croatia, 2014). Dolayısıyla DEM Parti raporunda önerilen çözüm modeli, yalnızca Türk ceza hukuku bakımından değil, Türkiye’nin AİHS kapsamındaki uluslararası yükümlülükleri açısından da ciddi sorunlar doğurmaktadır.
V. HÜDAPAR RAPORUNUN ANALİZİ
A. Sorunun Tanımlanması: Hak, Adalet ve Eşit Vatandaşlık
HÜDAPAR tarafından sunulan rapor, Kürt meselesini anayasal düzenin yapısal bir sonucu olarak değil; hukukun uygulanmasındaki adaletsizlikler, eşit vatandaşlık ilkesinin fiilen zedelenmesi ve geçmişte yaşanan hak ihlalleri çerçevesinde ele almaktadır (HÜDAPAR, 2025). Bu yaklaşım, sorunu sistem içi bir hukuk devleti problemi olarak konumlandırmaktadır. Raporda Kürt kimliği ve kültürel talepler meşru kabul edilmekle birlikte, bu talepler anayasal düzeni aşan kurucu nitelikte talepler olarak formüle edilmemektedir. Bu yönüyle HÜDAPAR raporu, anayasal reform ile anayasal kopuş arasındaki sınırı gözeten bir yaklaşım sergilemektedir (Arslan, 2019).
B. Şiddet ve Terör: Açık Ret ve Hukuk Devleti Vurgusu
HÜDAPAR raporu, PKK’yı açık biçimde terör örgütü olarak nitelendirmekte ve şiddeti mutlak surette reddetmektedir (HÜDAPAR, 2025). Bu yaklaşım, Türk anayasa hukuku ve AİHM içtihadıyla uyumludur. AİHM, demokratik toplumlarda siyasal taleplerin şiddet yoluyla ifade edilmesini kabul edilemez bulmaktadır (Zana v. Turkey, 1997). Bununla birlikte rapor, terörle mücadele sürecinde yaşanan hukuka aykırı uygulamaların da göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamakta; güvenlik gerekçesiyle hukuk devleti ilkelerinin askıya alınmasına karşı çıkmaktadır. Bu yönüyle HÜDAPAR yaklaşımı, güvenlik-devletçi paradigmanın ötesine geçen bir hukuk devleti hassasiyeti taşımaktadır (Teziç, 2016).
C. Çözüm Önerileri: Hukuk Devleti ve Toplumsal Barış
HÜDAPAR raporunda çözüm, geniş kapsamlı af veya cezasızlık mekanizmalarında değil; hukukun yeniden tesisi, mağduriyetlerin giderilmesi ve adalet duygusunun onarılmasında aranmaktadır. Raporda bireysel cezai sorumluluk ilkesinin korunması gerektiği açıkça ifade edilmektedir (HÜDAPAR, 2025). Bu yaklaşım, AİHM’in cezasızlık yasağına ilişkin içtihadıyla uyumludur (Marguš v. Croatia, 2014). Geçiş dönemi adaleti, bu perspektifte, hukukun askıya alınması değil; hukukun güçlendirilmesi anlamına gelmektedir (Teitel, 2000).
VI. DEM PARTİ VE HÜDAPAR RAPORLARININ MUKAYESELİ ANAYASAL DEĞERLENDİRMESİ
A. Sorunun Niteliği Bakımından Karşılaştırma
DEM Parti ve HÜDAPAR raporları, Kürt meselesini ele alış biçimleri bakımından yalnızca siyasal tercihler değil, farklı anayasa anlayışlarını da yansıtmaktadır. DEM Parti raporu, sorunun kaynağını mevcut anayasal düzenin kurucu ilkelerinde görürken; HÜDAPAR raporu, anayasal normların uygulanmasındaki eksikliklere ve hukuk devleti zaaflarına odaklanmaktadır. Bu ayrım, anayasa hukukunda “kurulu iktidar–kurucu iktidar” ayrımıyla açıklanabilir. DEM Parti raporu, açık biçimde kurulu anayasal düzenin ötesine geçmeyi hedefleyen bir asli kurucu iktidar söylemi içermektedir. Buna karşılık HÜDAPAR raporu, anayasal sistem içinde kalarak reform ve iyileştirme arayışını benimsemektedir. Anayasa Mahkemesi, anayasal düzenin bütünlüğünü zedeleyen siyasal projeleri demokratik siyaset alanının dışında değerlendirmektedir (AYM, 2009).
B. Şiddet ve Terör Kavramı Bakımından Mukayesesi
Şiddet ve terör olgusu, iki rapor arasındaki en keskin ayrışma noktalarından biridir. DEM Parti raporunda, PKK’nın silahlı faaliyetleri açık biçimde terör olarak nitelendirilmemekte; bu faaliyetler tarihsel ve siyasal bir bağlam içinde, kısmen normatif bir çerçevede ele alınmaktadır. Bu yaklaşım, AİHM’in yerleşik içtihadıyla açık bir çatışma içindedir. AİHM, Zana/Türkiye ve Sürek/Türkiye kararlarında, şiddeti meşrulaştıran veya haklı gösteren söylemlerin demokratik toplum düzeniyle bağdaşmadığını açıkça ortaya koymuştur. Mahkeme’ye göre, siyasal taleplerin meşruiyeti, bu taleplerin şiddetten arındırılmış olmasıyla doğrudan bağlantılıdır (Zana v. Turkey, 1997).
HÜDAPAR raporu ise şiddeti ve terörü açık ve net biçimde reddetmekte; bu yönüyle hem Türk anayasa hukuku hem de AİHS sistemiyle uyumlu bir pozisyon almaktadır. Ancak rapor, terörle mücadele sürecinde işlenen hukuka aykırı fiillerin de cezasız kalmaması gerektiğini vurgulayarak, güvenlik–hukuk dengesi bakımından daha bütüncül bir yaklaşım sunmaktadır.
C. Çözüm Modelleri ve Geçiş Dönemi Adaleti
DEM Parti raporunda önerilen “barış yasası” modeli, suçlu–suçsuz ayrımı yapılmaksızın geniş kapsamlı bir toplumsal entegrasyon öngörmektedir. Bu yaklaşım, geçiş dönemi adaleti kavramını cezasızlık ile özdeşleştirme riski taşımaktadır. Oysa AİHM içtihadına göre, özellikle yaşam hakkı (AİHS m.2) ve işkence yasağı (AİHS m.3) bağlamında, genel af ve cezasızlık mekanizmaları kabul edilemez niteliktedir (Marguš v. Croatia, 2014). HÜDAPAR raporu ise geçiş dönemi adaletini, hukukun askıya alınması değil; hukukun yeniden tesisi olarak kavramsallaştırmaktadır. Bireysel cezai sorumluluk ilkesinin korunması, mağdur haklarının tanınması ve adalet duygusunun onarılması, bu yaklaşımın temel unsurlarıdır. Bu yönüyle HÜDAPAR raporu, AİHM’in cezasızlık yasağına ilişkin içtihadıyla daha uyumludur.
D. Anayasal Rejimle Kurulan İlişki
DEM Parti raporu, üniter devlet yapısı, resmî dil düzenlemesi ve anayasal kimlik kavramıyla açık bir gerilim içindedir. Anayasa’nın 3. maddesinde yer alan “Devletin dili Türkçedir” hükmü, Anayasa Mahkemesi tarafından anayasal kimliğin ayrılmaz bir parçası olarak yorumlanmıştır. Bu hükmün fiilen etkisizleştirilmesini amaçlayan çok dilli anayasal düzen önerileri, anayasanın 4. maddesiyle güvence altına alınan değiştirilemezlik rejimiyle bağdaşmamaktadır (AYM, 2014).
HÜDAPAR raporu ise anayasal rejimi aşmayı değil, anayasal normların daha etkin ve eşitlikçibiçimde uygulanmasını talep etmektedir. Bu yaklaşım, anayasal sadakat ilkesine daha yakındır ve demokratik hukuk devleti çerçevesinde değerlendirilebilir.
E. Değerlendirme
|
ÖLÇÜT |
DEM Parti |
HÜDAPAR |
|
Sorunun Tanımı |
Kurucu anayasal eşitsizlik |
Uygulamada adaletsizlik |
|
Şiddet |
Tarihsel olarak meşrulaştırılmış |
Mutlak reddedilmiş |
|
Çözüm |
Cezasızlık riski taşıyan barış yasası |
Hukuk devleti içinde reform |
|
Anayasal Rejim |
Aşılması gereken yapı |
Korunması gereken çerçeve |
|
AİHS Uyumu |
Düşük |
Görece yüksek |
VII. SONUÇ VE NORMATİF DEĞERLENDİRME
Bu çalışma, TBMM Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na sunulan DEM Parti ve HÜDAPAR raporlarının, Kürt meselesine ilişkin iki farklı anayasal paradigma sunduğunu ortaya koymuştur. DEM Parti raporu, mevcut anayasal düzeni aşmayı hedefleyen, şiddet olgusuna normatif belirsizlikle yaklaşan ve cezasızlık riskini barındıran bir kurucu siyasal proje sunmaktadır. Bu yaklaşım, Türk Anayasa Hukuku, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve Türkiye’nin AİHS kapsamındaki yükümlülükleriyle ciddi ölçüde çatışmaktadır.
HÜDAPAR raporu ise Kürt meselesini anayasal düzen içinde, hukuk devleti, eşit vatandaşlık ve adalet ekseninde ele almakta; şiddeti açık biçimde reddetmekte ve geçiş dönemi adaletini hukukun güçlendirilmesi olarak kavramsallaştırmaktadır. Bu yönüyle rapor, anayasal meşruiyet sınırları içinde kalan bir çözüm arayışı sunmaktadır.
Nihai olarak TBMM’nin anayasal sorumluluğu, herhangi bir siyasal aktörün ideolojik tercihlerini mutlaklaştırmak değil; anayasal düzeni, insan haklarını ve demokratik hukuk devletini birlikte koruyan bir çözüm çerçevesi üretmektir. Aksi hâlde, ya “barış” söylemi altında anayasal düzenin aşındırılması ya da “güvenlik” gerekçesiyle demokratikleşmenin sürekli ertelenmesi, Türkiye’yi hem ulusal hem de uluslararası düzeyde kalıcı bir meşruiyet krizine sürükleyebilir.
KAYNAKÇA
Anayasa Mahkemesi. (2009). Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması kararı, E. 2007/1 (SPK), K. 2009/4.
Anayasa Mahkemesi. (2014). Siyasi parti kapatma ve anayasal kimlik değerlendirmeleri, E. 2013/1, K. 2014/1.
Anayasa Mahkemesi. (2016). Bireysel başvuru kararlarında terör–ifade özgürlüğü dengesi. Resmî Gazete.
Arslan, Z. (2019). Anayasa teorisi (3. bs.). Seçkin Yayıncılık.
Council of Europe. (1950). European Convention on Human Rights.
Çelik, E. (2015). Hukuk devleti ilkesinin anayasal sınırları. Anayasa Hukuku Dergisi, 4(7), 45–78.
DEM Parti. (2025). TBMM Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na sunulan rapor. Ankara.
European Court of Human Rights. (1997). Zana v. Turkey (Application No. 18954/91).
European Court of Human Rights. (1999). Sürek v. Turkey (No. 1) (Application No. 26682/95).
European Court of Human Rights. (2009). Varnava and Others v. Turkey (Applications Nos. 16064/90 et al.).
European Court of Human Rights. (2014). Marguš v. Croatia (Application No. 4455/10).
Gözler, K. (2020). Türk anayasa hukuku (3. bs.). Ekin Yayınevi.
Göztepe, E. (2013). Güvenlik devleti mi hukuk devleti mi? Terörle mücadelede anayasal sınırlar. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 62(4), 1–40.
Habermas, J. (1996). Between facts and norms: Contributions to a discourse theory of law and
HÜDAPAR. (2025). Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu raporu. Ankara.
Kaboğlu, İ. Ö. (2010). Anayasal kimlik ve değiştirilemez hükümler. Anayasa Yargısı, 27, 1–32.
Özbudun, E. (2018). Türk anayasa hukuku (18. bs.). Yetkin Yayınları.
Teitel, R. G. (2000). Transitional justice. Oxford University Press.
Teziç, E. (2016). Anayasa hukuku (22. bs.). Beta Yayıncılık.

