Emniyetteki işlemlerinin ardından tutuklanma talebiyle adliyeye sevk edilen şüpheliler, adli kontrol tedbiriyle serbest bırakıldı. Şüphelilerin salıverilmesinin ardından sosyal medyada adalet arayışına yönelen mağdurların mücadelesi sonuç verdi. Adalet Bakanlığı olaya el koydu ve yeniden gözaltına alınan şüpheliler, tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bu ifadelere fazlasıyla aşinayız. Birkaç somut örnekle başlayalım.
Kadın hakları aktivisti olduğu gerekçesiyle ders çıkışı babası tarafından kaçırılan ve alıkonulan Şule Duman için sosyal medya aracılığıyla kampanya başlatan arkadaşları ve avukatları, jandarmanın ve savcının konuyla ilgilenmediğinden yakınıyordu. Ancak #suledumanasesver etiketiyle başlatılan kampanyanın ardından Şule Duman, iki ay boyunca tutulduğu ailesinin evinden jandarma kuvvetlerince alınarak serbest bırakıldı. Savcılığın kararıyla babasına, Şule Duman’ın yanına ve okuluna üç ay süreyle yaklaşmama cezası verildi.
Eskişehir’de millî kickboksçu olan 14 yaşındaki M.K.’nın etrafını saran sekiz kişilik bir grup, iddiaya göre “Bize nasıl dövüştüğünü göster” diyerek genç sporcuya saldırdı. Olay sonrasında millî sporcu kafa travması yaşadı ve vücudunda kırıklar oluştu. Sopalarla saldırdıkları M.K.’nin bir yandan da görüntüsünü alan şüpheliler, ifade verdikten sonra salıverildiler. Olayın sosyal medyada gündem olması sonrası saldırganlar, savcılığın talimatıyla yeniden gözaltına alındılar.
Bunlar, sosyal medyanın adaleti tesis etmedeki rolünü göstermesi açısından seçtiğim yalnızca birkaç örnek. Şimdi uç noktadan biraz daha ortaya kaymak ve birazdan vereceğim iki örneğin de yukarıdakiler gibi adalet duygumuzu tatmin edip etmediği sorusunu sormak istiyorum.
Mersin’de çekilen bir görüntüde, 5 yaşındaki Ürdünlü bir çocuğa tokat atan şahıs hakkında işlem yapılması talebinin sosyal medyada trend olmasının ardından şahıs, “kasten yaralama” suçundan yakalandı, adliyeye sevk edildi ve hakkında “ev hapsi” tedbirine başvuruldu. Konunun sosyal medyada gündem olması neticesinde, “ev hapsi” yönünde öngörülen adli kontrol tedbirinin yeterli olmadığı düşünülmüş olacak ki şahıs tutuklanarak cezaevine gönderildi.
“Trafikte kadın sürücünün aracına saldırdı” başlıklarıyla hedef gösterilen ve sosyal medya linci sonrası işini ve özgürlüğünü kaybeden vatandaş, çıkarıldığı mahkemece ev hapsi cezasına çarptırıldı.[1] Olayın öncesini gösteren video kayıtlarını toplamayı başaran vatandaş, yanında çocuğu varken ve sürüş hâlindeyken kadın sürücünün tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını ifade etti. Bu kayıtlardan anlaşıldığı üzere, olayın sosyal medyada tek taraflı yansıtıldığı ortaya çıktı. Ağabeyinin savcı olduğundan bahisle tartıştığı kişinin işini ve özgürlüğünü elinden alacağı yönündeki tehditlerini sürdüren kadın sürücünün, bununla da yetinmeyerek olay öncesinde iki kilometre boyunca tartıştığı kişiyi aracıyla takip ettiği ve bu kişinin aracına bilerek ve isteyerek iki kez çarptığı görüntülerle kayıt altına alındı. Yaşananlara rağmen tüm faturanın kendisine kesildiğini söyleyen vatandaş, “Hayatım altüst oldu, işimi kaybettim, aile huzurum kalmadı. İki aydır ayağımda kelepçeyle evdeyim ama bunları bana yaşatan kişiye dokunan yok” sözleriyle isyan etti.
Sosyal Medya Mahkemeleri: Fayda – Zarar Analizi
En son varacağımız noktayı şimdiden söyleyelim: Tutuklama, nihai bir tedbirdir. Ceza hukuku ve muhakemesi mevzuatı bu konuda açıktır. Şüphelinin (i) kaçma yahut (ii) delilleri karartma şüphesi varsa tutuklama tedbirine son çare olarak başvurulabilir. Adli kontrol tedbirlerine başvurularak şüphelinin serbest bırakılması, beraat ettiği anlamına gelmemektedir. Şüpheli hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemleri; dava dosyasının tekâmül etmesi, Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli hakkında hazırlanan iddianamenin mahkeme tarafından kabulü ve yargılama safhasına geçilmesi, mahkemelerin dava yükleri de dikkate alındığında uzun soluklu bir süreçtir. Masumiyet karinesi gereği bu süreçte şüphelinin tutuksuz yargılanması asıl, tutuklanması ise istisnadır.
Şüpheli, isnat edilen suç nedeniyle kanunda öngörülen azami cezaya çarptırılsa dahi bu suçun halk tabiriyle “yatarı yoksa”, şüphelinin tutuklanmasını gerektirecek bir durum yok demektir. Şüphelinin yargılanması sonrası alacağı cezanın “yatarı varsa”, bu durumda da delillerin toplanıp toplanmadığını (tanık beyanları, kamera kayıtları gibi) ve şüphelinin kaçma ihtimali olup olmadığını belirlemeye yönelik kriterler (hakkında soruşturma başladıktan sonra şüphelinin pasaport çıkarma girişiminde bulunması gibi) araştırılır ve şüphelinin kaçma yahut delilleri karartma ihtimali, her dosya özelinde titizlikle değerlendirilir.
Tutuklama bir ceza değil, tedbirdir. Tutuklama, toplumsal öfkeyi yatıştırma aracı değildir. Adaletin, maddi gerçeğe ulaşmak dışında başka bir vazifesi yoktur. Ceza ve ceza muhakemesi mevzuatının hiçbir yerinde mahkemelere, ‘’toplumun gazını almak’’ gibi bir misyon yüklenmemiştir.
Sosyal medyanın;
(i) insanlara ücretsiz içerik üretme imkânı sunması,
(ii) popüler figürlere ulaşmak suretiyle gündem belirleme imkânı yaratabilmesi,
(iii) ucuz (hatta ücretsiz) ve kolay erişilebilir olması,
(iv) geleneksel medyanın ömür törpüsü editoryal süreçlerine takılmadan doğrudan üretilen içeriğin toplumun hizmetine sunulmasını sağlaması,
bu platformun gücünü ortaya koyan birtakım unsurlar olarak sayılabilir.
Her ne kadar sosyal medya araçları, tüm hesap sahiplerine içerik üreticisi olma fırsatı sunsa da, sosyal medyanın etkisini yalnızca bu platformların kolay erişilebilir ve çabuk örgütlenmeye fırsat veren niteliğinde aramak da doğru değil. Geleneksel medyanın güç kaybettiği ortada. Zaten birçoğu baskı, kâğıt, mürekkep ve dağıtım gibi masraf kalemlerini karşılamakta zorlandığından ya bitmiş ya da dijital ortama zorunlu geçiş yapmış durumda.
Ancak geleneksel medyayı, saydığımız bu masraf kalemleri ile birlikte, toplum nezdinde kaybettikleri güven de bitirme noktasına getirmiş olabilir. Aşırı siyasallaşmış bu kurumlar, vatandaşa güven vermiyor. Eskiden de durum belki farklı değildi ama en azından alternatifleri yoktu. Artık sosyal medya var. Sosyal medya platformlarında hesap sahibi olup içerik üreten vatandaşların her biri artık birer gazeteci.
Geleneksel medyanın her geçen gün gücünü daha da kaybetmesi ve sosyal medyanın geleneksel medyaya nazaran daha avantajlı bir konumda bulunması sayesinde sosyal medya, yaralanan adalet duygusuna yönelik duygusal reflekslerin gelişmesinde önemli bir rol oynuyor. Sosyal medya, “hiyerarşiyi ortadan kaldırdığı ve yatay bir iletişim alanı kurabildiği için bu talepler ya da haksızlığa karşı olan itirazlar çok hızlı bir şekilde gerekli yerlere duyurulabiliyor. Bu da yurttaşların umutsuzluğuna karşılık geliyor. Bu teknoloji, yaralanan adalet duygusuna merhem olabiliyor.”
Ancak sosyal medyanın linç kültürünü beslediği de bir gerçek. Bu, üzerine eğilinmesi gereken ehemmiyetli bir sorun. Bir yandan adaleti tesis edici ve hızlandırıcı avantajlarından bahsederken, diğer yandan sebep olduğu mağduriyetleri görmezden gelemeyiz. Hukukun tüm aktörleri, her ne kadar hukukun gereğini yerine getirmekle mükellef olsalar da, hâlihazırda birçok yönüyle aksayan bu sistemin, etten ve kemikten oluşan insanlar tarafından icra edildiği gerçeği unutulmamalıdır. Milyonlarca kişinin bir adli vaka hakkında — ve çoğu zaman önünü arkasını bilmeden — tek yönlü fikir beyan ettiği sağlıksız bir ortamda, hukuk mesleğini icra edenlerin bu yığınlardan etkilenmemesi pek de kolay değil.
Dahası, normal şartlarda siyasetin müdahil olması beklenmeyen bu tür adli vakalarda, sosyal medyanın yarattığı toplumsal infial, toplumda karşılık bulan duyguları yatıştırmak amacıyla mutlaka teskin edilmesi gereken bir olguya dönüşebilmektedir. Bu durum ise siyasetin doğrudan ya da dolaylı müdahalesine kapı aralama riskini beraberinde getirir. Siyasetin dosyaya müdahalesinden kasıt, mutlaka Ankara’dan adliyeye bir telefon gelmesi değildir. İnfialin ardından politik figürlerin ekran karşısına geçerek “Bu işin peşini bırakmayacağız, halkımız müsterih olsun” şeklindeki açıklamaları dahi, doğrudan olmasa bile siyasetin dava dosyasına fiilen müdahil olduğu (olmak zorunda kaldığı) şeklinde yorumlanabilir. Bu durum, hukuk uygulayıcılarının işini kolaylaştırmayacaktır.
Sosyal medya aracılığıyla ‘ne talep ediliyor’ üzerine yapılan akademik araştırmalar göstermektedir ki, “çoğunlukla popülist yaklaşımların hâkim olduğu sosyal medyada, özellikle toplumda infial yaratan ve ceza yargılamasının konusu olan olaylarda tutuklama veya mahkûmiyet hükmü kurulması yönünde yapılan taleplerin paylaşımlarda ilk sıralara çıktığı görülmektedir. Bu da masumiyet karinesi ve lekelenmeme haklarını zedelemektedir.”
Sonuç
Sosyal medyayı ceza yargılamasını ilgilendiren konulara indirgemek de doğru değil. Sosyal medya aracılığıyla birçok konuda oldukça etkili ve tatmin edici sonuçlar almak mümkün. Örneğin, tüketici hukukunu ilgilendiren bir meselede, ayıplı mal ya da hizmet nedeniyle oluşan mağduriyetin giderilmesinde sosyal medya, tahmin ettiğimizden çok daha etkili bir platforma dönüşebiliyor.
Mahkeme yahut tüketici hakem heyetlerinin uzun, yorucu ve bürokratik işlerinden kaçmak isteyen tüketiciler; akit konusu ayıplı mal ya da hizmet nedeniyle, mal ve hizmet sunucusu konumundaki firmaların müşteriyi muhatap kabul etmeme ve işi sürüncemede bırakma yönündeki yaklaşımlarını sosyal medyada gündeme getirerek, çok kısa sürede ve olayı yargıya intikal ettirmeden çözüm bulabiliyorlar.
Bir sosyal medya mecrası olan ve bazen tartışmalı başlık ve girdiler nedeniyle hakkında erişim yasağı da getirilen bir sözlükte, “X tarihinde Y firmasının sebep olduğu rezalet” isimli başlıklar açarak ve sözlükte yazan yazarların destek girdilerini alarak mağduriyetlerine kısa süre içerisinde çözüm bulabiliyor kullanıcılar. Alternatif ancak meşru çözüm şeklinde tezahür eden bu yöntemlere başvurulması, şüphesiz sosyal medyanın sahip olduğu örgütlenme hızı ve kapasitesiyle doğrudan alakalı bir konu.
Anlaşılacağı üzere birçok meselede olduğu gibi sosyal medya mevzubahis olduğunda da sadece siyah ve beyazdan söz etmek mümkün değil. Ceza yargılamasını ilgilendiren adli vakalarda, toplumsal adaleti sağlamak gibi ulvî bir amaçla yola çıkılmış olsa da sosyal medyanın adaleti sabote edici etkilerini göz ardı etmemek gerekir.
Adalet duygusu, tatmin edilmesi en elzem duyguların belki de başında gelir. Adalet duygusu tatmin edilmediğinde; bireylerde öfke, hayal kırıklığı ve güvensizlik oluşur, toplumsal düzen bozulur, hukuk sistemine olan inanç sarsılır ve sonuçta ekonomik ve sosyal krizler kaçınılmaz hâle gelir. Adalet, mülkün (devletin) temelini oluşturur. Temel sallandığında sistem meşruiyetini yitirir ve ayakta kalamaz.
Herkesin yoksullukla ve sefaletle sınandığı bir sistemde ekonomik problemler, insanları yıpratsa da isyan noktasına getirmeyebilir. Varlıkta da yoklukta da birlik, adaletin tezahürüdür. Ancak bir kesim, gece gündüz çalışmasına rağmen sefalet içinde yaşarken, diğer bir kesim için değirmenin suyu hiç tükenmiyorsa, orada günün sonunda kaos baş gösterecektir.
Herkesin iş sahibi olabilmek için gece gündüz çalışıp hazırlandığı bir sınav sistemi, insanları yarış atına dönüştürdüğü için yahut başka gerekçelerle eleştirilse de adalet duygusunu zedeleyen uygulamalara yeltenilmediği sürece, bu kötü sistem eksiklerine rağmen kabul görecektir. Ancak yurttaşların bir kısmı gece gündüz çalışırken, birtakım ayrıcalık sahipleri adalet duygusunu zedeleyecek işlere yeltendiğinde, sınavın sadece bir kesim için imtihan niteliği taşıdığı ortaya çıkacak; adalet duygusu zedelenecek ve bu da toplumsal huzursuzluğu beraberinde getirecektir.
Bir kabiledeki kötü kanunlar, kabile reisinin oğluna da uygulandığı sürece meşruluğundan bir şey kaybetmez. Kanun koyucu, kokonat çalmanın müeyyidesi olarak kazanda kaynatılmayı uygun gördüyse ve bu kötü kanunlar herkes için bağlayıcıysa, burada adalet duygusunun zedelenmesinden büyük ihtimalle bahsedemeyiz. Burada kanunun adil olmamasından değil, yalnızca suç ve ceza arasındaki orantısızlıktan bahsedebiliriz.
Ayrıca kötü kanun sorununu çözmek, iyi kanunun kötü ve hakkaniyete aykırı şekilde uygulanması sorununu çözmekten çok daha kolaydır. Zira kötü kanun, kanun koyucunun iradesiyle bir gecede ortadan kaldırılabilir; ancak iyi kanunun hakkaniyetsiz şekilde uygulanması sorunu, çok daha büyük ve çözülmesi zor, daha köklü problemlere işaret eder.
Medeni düzenin uygar kanunları, Honoré de Balzac’ın ifadesiyle “büyük sineklerin delip geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı örümcek ağı” niteliğindeyse, kanun koyucunun kılı kırk yararcasına ortaya koyduğu bu çağdaş kanunların meşruluğundan bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Adil insanlar merhametli de olurlar. Sadece kendilerine yapılan haksızlık için değil, kime yapılırsa yapılsın tüm haksızlıklara karşı seslerini yükseltirler. Ancak adalet duygusu gelişmiş olan insanların, sosyal medya platformlarının yarattığı linç tehlikesine karşı belki de diğer insanlara nazaran daha dikkatli olmaları gerekir. Zira bu iyi hasletleri, onları aynı zamanda daha kırılgan hâle getirebilmekte ve istemeden de olsa sosyal medyadaki linç kültürüne katkı sunma riskini beraberinde getirebilmektedir. Geciken adalet adalet olmadığı gibi, aceleye getirilen adaletin de adil olmayan sonuçlara ulaştırma riskini göz ardı edemeyiz.
Adalet duygusu gelişmiş olanların daha dikkatli ve teyakkuz hâlinde olmaları gerektiğine dair bu şerhi düştükten sonra, metni adalet duygusu yüksek kıymetli bir dostumun veciz ifadeleriyle sonlandırmak istiyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde akademik çalışmalarını sürdüren Yurdusev Yakup Akan, adalet duygusunun insanın iç dünyasında nasıl bir yer tuttuğunu şöyle ifade ediyor:
“Adalet duygusu tatmin edilmediğinde, bunun hem insanın iç dünyasında hem de toplumda yaratacağı huzursuzluğu tarif etmenin imkânı yok. Adalet konusunda hassas olan ve haksızlığa tahammülü olmayan insanlar, bu dünyada olmasa da başka bir dünyada muhakkak adaletsizliğin giderileceğine inanırlar. İşte bu yüzden benim cennetim; zalimlerin, zorbaların ve haksızların cezalarını çektiğini full HD ekranda izleyebileceğim küçük bir odadan ibaret.”
[1] Ev hapsi bir ceza değil adlı kontrol tedbiridir. Ancak bu ifadeyi medyanın hukuki terminolojiyi sık sık yanlış kullanmasına binaen bilinçli olarak değiştirmedim.

